Salı, Aralık 01, 2009

mutluluk reçetesi

Bay Zelinski ...
bilge kişilerin çağlar boyunca
söylediklerinden yararlanıp bir mutluluk reçetesi oluşturmuş.

İŞTE REÇETENİZ:
* Doyum sağlayacak kadar bir amaç
var mı bir amacınız!
* Geçinebilecek kadar bir iş
var mı bir işiniz!
* Temel ihtiyaçlara yetecek kadar zenginlik

* ış ve eğlenceyi dengeleyecek kadar sağlıklı bir akıl
kaldı mı ki!
* Birçok insanı beğenecek, bunlardan birazını da sevecek kadar şefkat
?????????*
* Kendini sevecek kadar özsaygı
?????????
* Muhtaç olanlara verecek kadar iyilik duygusu
bencilliğin kol gezdiği günümüzde
* Zorluklarla yüz yüze gelecek kadar cesaret
var mı?
* Sorunları çözecek kadar yaratıcılık

* Her an gülecek kadar mizah duygusu

* ıyi bir yarını bekleyecek kadar umut

* Hayatı bütün değerleri ile yaşayacak kadar bir sağlık
umarım
* Sahip oldukların için şükran duygusu
en önemlisi!!!!
cevaplarını düşünün bakalım?

Çarşamba, Kasım 11, 2009

insan

Ben insanlığımdan utandım
3-4 gün önce,gazetede okuduğum
Kore gazisinin,bir deri bir kemik kalmış,
elleri bacaklarının arasında
çaresiz kalmış,
bedeninden...
naaşının 3 gün sonra bulunmasından...
insanına değer vermeyen bu toplumdan,
kendimden....
nasıl bir toplumda yaşıyoruz,
ne oldu bize...
diyemiyorum çünkü olanlar belli artık,
binmişiz bir alamete,gidiyoruz kıyamete...

Salı, Ekim 27, 2009

varoluşculuk

hangi filozofsunuz testinde
jean -paul sartre olduğum meydana çıkıverdi,
paylaşmak istedim tabii her zamanki gibi

Tüm eylemleriniz, kendinize bir öz inşa etme hedefi taşıyor.
Sizi var edenin etrafınızı çevreleyen koşullar değil,
kararlarınız ve tercihleriniz olduğunu düşünüyorsunuz.
Jean-Paul Sartre, varoluşçuluğu bir tür sorumluluk ve
eylemlilik felsefesi olarak görüyordu.
Bu yüzden de hayatı boyunca
bir kez bile karamsarlığa kapılmadı.
İnsanın eğer isterse başka bir dünyayı mümkün
kılabileceği fikrine kapılmamızı sağlayan filozoflardan biriydi.
Hiçbir zaman “böyle gelmiş, böyle gider” demedi.
Ona göre insan “özgür olmak” için vardı.
Geçmişe ve şimdiye baktığınızda hiç de iyi şeyler görmüyorsunuz,
ama karamsarlığa kapılmıyorsunuz.
Çünkü bu kötü şeyler dünyayı değiştirme isteğinizi kamçılıyor.
Pek iyi bir öğretmen sayılmazsınız,
kimseyi kendiniz gibi düşünmeye zorlamıyorsunuz.
Ama ne zaman konuşmaya başlasanız,
şimdiye kadar düşünülmemiş ihtimaller beliriyor ufukta.
Karanlık bir geçmiş ya da şimdiden,
insanın kendi özüyle inşa edebileceği ve
sorumluluğunu bütün hücreleriyle üstleneceği bir geleceğe köprü kuruyorsunuz.

Pazartesi, Ekim 19, 2009

BİR KADIN GİTTİĞİNDE........
Onlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde "yetim-öksüz" kalan çok olur.
Mutfaktaki dolap, perdeler,
kavanozun içindeki eski düğmeler,
özenle saklanmış küçülmüş giysiler,
dolap diplerindeki kurdeleler...
Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar,
yetim kalmıştır tabaklar.
Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.
Sık sık boynunu büker "sarıkız".
O teki kalmış eski bardağın anlamını bilen olmaz
Değerini kimse anlayamaz krom hac tasının.
Balkon artık sessizdir
Koridor kimsesiz.
Bir kadın gittiğinde...
Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında;Bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci...
Bir anne gider...
Bir dost...Bir arkadaş...Bir sevgili...
Ne çok kişi yok olur bir kadın gittiğinde...
Hep böyle olur; bir kadın gittiğinde;
övgüler, uyarılar, yakınmalar,dualar yetim kalır.
Kapı eşiğindeki "Dikkat et..." duyulmaz,
Annesi gitmiştir "geç kalma"nın.
Kadınlar,arkalarında büyük boşluklar bırakarak giderler.
Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında
Ve bir kadın gittiğinde pek çok "yetim" bırakmıştır arkasında.
Hayatınızdaki kadını yitirmemeniz dileğiyle.
(Bekir Çoşkun'dan)

Salı, Eylül 08, 2009

vukuat var


Geçen cuma günü misafirimiz arkadaşlarla
göl kıyısında Kaktüs Park'ta
güzel bir gece geçirdik...
http://sozluk.sourtimes.org/?t=kaktus+kafe
Beyhan Antakya'dan geldi Eylül ve Ayperiyle,
Eylül kızı Handeyle ilkokuldan beri arkadaşlar ve bırakmadılar birbirlerini ,
Ayperi yeğeni ,İzmirde okuyor.
sabah İzmir'e uçacaklar,
babaları özel havayollarında pilot,
sabah gelecek İzmirden,
onları alacak ,
8.20 de buradan İzmir'e dönecekler...
özel uçuş gibi ...
kızlar sabaha kadar oturdular ,
sohbet ,fal derken...


Geceye dönersem,
miss gibi hava,serin efil efil esiyor rüzgar
ama nem de var havada,yapış yapış
herşey...
epey kalabalık ortam, anlayamadık önce kalabalığın nedenini...
Burkay nargile sever ,onu istedi
meyve aromalı havada onun kokusu
kızlar tost falan
Beyhan'la ben semaverle çay istedik,hem de doya doya
kocaman bir bahçe ,dev ekranlar kurulmuş bir yer Kaktüs...
tavla oynadılar ,kızlarla ben de tabu...

derken bir alkış koptu,
ekranlarda Hanımın Çiftliği başlamış,
yine bir alkış ,kıyamet,tantana
Dizinin tüm ekibi orada,
Mehmet Aslantuğu ,Özgü Namal'ı aradım kalabalığın arasında
Muzaffer Ağa boylu poslu bir adam,
Güllü de ne kadar zayıf ve zarif...

bizim kızlar lavaboda görmüşler Özgü'yü
çıkınca korkmuş bir ayyy çekmiş
bizimkiler de ayyyy derken karşılıklı gülüşmeler...

belki 150 kişiye yakın dizi ekibi,

günler süren emekleri ve

karşılığını alabilecek miyiz beklentisi

ilk gün heyecanı ,
dizi bitti ,alkışlar .....
birbirlerini kutlamalar,telefonları susmadı,
yüzlerinde gülücükler ...
emeğinin karşılığın almak
hoş bir duygu,onların yüzlerinde ve gözlerindeki o ışığı gördüm
Ağa herkesle resim çektirdi,kimseyi kırmadı.
gençler ,yaşlılar,herkesler...

Perşembe, Ağustos 13, 2009

makine

tatil anıları yazacağım dedim ama fırsat bulamadım tabii
derken hızlı bir şekilde başlayan iş trafiği
yoğun bir şekilde devam etti ve ediyor.
Ve bu arada bekleyişimiz bitti ,
tercihler açıklandığında ,kızım baba mesleğini seçmiş oldu.
çukuruva üniversitesinde makine mühendisliği okuyacak kısmet olursa.
hazırlık dahil 5 yıl,bakalım üniversite onun hayatını nasıl şekillendirecek.
bu yıl deniz anaları erken çıkınca denize girmek bayağı sorun oldu,
Tülaycım,küçücük varlık koca insanları nasıl korkuttu deyip ,
denize girmekten vazgeçti.
denize girilse bile çevreyi kollamaktan insanlar yüzemez oldu
çünkü çarptığı üç kişiyi hastanelik etti bay deniz anası,
ilk vaka gönül hanımdı,
sabahın erken saatlerinde yüzerken birden bağırıp çırpınmaya başladı,deniz anası diye onun bacağına çarptı,hepimiz son sürat iskeleye !!!!
yüzüp çıktık ama gönül feryat figan...
ertesi gün denizdeyiz kimse adını anmasın falan derken,Frau Nadire
panik yapmayın deniz anası var deyince herkes yine iskeleye!!!!
üçüncü vaka Frau Nadire ablaydı.
ikinci vaka Tuğba diye bir genç kızımız,
onu görmedik çarptığında ama;
sonra gördüğümüzde sırtında ve kolunda
hint kınası yapılmış gibiydi.nakış gibi işlenmiş...
Frau Nadire abla hemen doktora gittiğinde iğne yapmışlar
deniz anası zehirli olabilir diye
alerji iğnesi....
öyle bir şey ki anlatmak bayağı zor
öncesinde bacaklarında sanki kırbaç izi gibi izler,
arkasından o izler, yanıklarda olduğu gibi kabardı
içi su toplamış gibi...
doktorun verdiği merhemi falan sürdü Frau Nadire
iki -üç gün içinde, o izler kalın çizgilere dönüştü...
deniz anası çarpmasına karşı
yapılması gerekenleri öğrendik tabii.
bir deniz suyuyla yıkanacak yaralan bölge(tatlı su yasak)
iki sirke, limon suyu sürülecek
Esin ve Füsun'un milli yüzücü olan dayısı söyledi,
tabii dr.a gidilip alerji ilacı kullanılacak
zehirlenme olasılığına karşı.
Frau Nadire de Avil iğnesi yapılıp,avil hapı kullanıldı
Yani bu yaşıma kadar gördüğüm en panik deniz anası vakasıydı.

Çarşamba, Ağustos 05, 2009

dönüş

Tatil dönüşü yoğun iş temposu
başımı döndürdü doğrusu ,
sıcaklarda çalışmak zor tabii
açık alanda ölçü al,yaz,metraj,keşif derken
baktım hafta bitmiş,
bugün 5 ağustos 2009...

Zor günler ,
üniversite tercihleriyle uğraştı kızım
geçen hafta cuma günü bitirdiği okula
verdik
tabii bitmiyor üniversite kapısındaki bekleyişimiz
çocukların biri bitiriyor,diğeri başlıyor,
**************************
oğlum henüz izin yapamadı,
15'inden sonra tatil yapacak
kızımın tatili ise devam ediyor ,
abisiyle devam edebilir .

************************
sırada tatil anıları var
yazılacak tabiii,
deniz anası saldırıları,
her sabah yürüyüşte çiçek aşırmalar
yazlıkta çiçek yetiştirme çabaları...
buralardayım ....

Çarşamba, Haziran 24, 2009

burası iran

Burası İran
Genç kadın “Bugün 19 Haziran Cuma 2009” diyor,
“Bu gece Allahu ekber sesleri her zamankinden daha yüksek.”
Duruyor ve bir şiir okumaya başlıyor.
O anda, sesiyle yazdığı bir şiir bu besbelli.
Memleketine kahrolarak bakan bir insanın kalbinin sesi bu, sen tanırsın.
“Burası neresi?
Bütün kapıların kapalı olduğu bu yer, neresi?
Neresi insanların Tanrı’ya yakardığı bu şehir?
Allahu ekber seslerinin yükseldiği bu yer, neresi?
Her gece bekliyorum.
Sesler yükselecek mi daha da, bağıranlar çoğalacak mı?
Titriyorum duydukça seslerini.
Merak ediyorum:Tanrı titriyor mu?
Burası neresi?
Masum insanların kapana kısıldığı bu yer, neresi?
Kimsenin yardıma gelmediği...
Seslerimizi dünyaya sessizliğimizle duyurduğumuz
Bu yer, neresi?
Genç insan kanının aktığı ve insanların gidip namaz kıldığı...
O kanın içinde namaz kıldığı insanların,
Bu yer, neresi?
İsyancılara ‘serseri’ denen bu yer...
İster misiniz söyleyeyim?
Burası, İran.
Senin ve benim memleketim.
Burası İran!”
okuyun derim ece temelkuranı


http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?

Çarşamba, Haziran 10, 2009

rabia

Rabia Kader’in memleketi, Uygur kenti Xinjiang’ın Sincan okunduğunu bilir misiniz?
Ya Ankara yakınlarındaki Sincan’a Xinjiang’dan göçen Uygur Türkleri yerleştirildiği için Sincan adı verildiğini?
Sivas’ın Alevi köyü Sincan’ın da böyle bir tarihi olabileceğini araştıran oldu mu acaba?
Diyelim ki ne geçmişe meraklıyız, ne Uygurlara, zaten ne de Azerbaycan Türklerine ve diğerlerine...
Peki, daha birkaç ay önce, Gazze çocukları için toplanan bağışların akıbetini merak eden var mı?
http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?detay=Rabianin_Gazzeli_olmamak_kaderi

okan

patricia kaas..
s'il fallait le faire..
Okanın son halini gördünüz mü?
tarz yapmış kendine,
iyi de olmuş...
dün akşamki konuğu
konser için istanbulda olan patricia kaas..
elegant bir kadın,
şık,zarif,hoş, yani

program boyunca oturuşunu hiç bozmadı,
okanın deyimiyle delikanlı gibi oturdu...
bu erkekler baba olunca mı,
uysal kedi konumuna geliyor,
Reha da öyle
ikiz babası olunca ,
sanki daha sevecen oldu...
daha önceki kadınların şanssızlığı mı,
yoksa onların katma değeri mi
onları bu hale getirdi...yani adamları,
Geçenlerde tv de bir haber,
alt yazı geçiyor alttan “evliliği çalışma kurtarıyor” diye...
tahmin edelim bakalım niye
Çok çalışın, eşinizi az görün, mutlu kalın!
doğru mudur acaba bu tez,
eşler birbirini az görünce ,öncelikli konular görüşülüyor,
sorunları konuşmaya vakit de kalmadığından
erteleniyor çok şey haliyle,
hafta sonları evde kalınca ya da
ailece yapılan tatillerde ,
konuşuluyor sorunlar....
sonuç hüsran oluyor tabii
Madem öyle niye evleniyor insanlar
hem de koşa koşa :) :)

Pazartesi, Haziran 01, 2009

BOREAS

Boreas, Yunan mitolojisinde
kuzeydoğudan esen Poyraz'ın kişileştirilmiş adı.
Şafak tanrıçası Eos ve Astaraous'un oğlu.
Trakyada oturduğu varsayılan Boreas,
Notus, zep hyrus, eurus ,eosphoros,esperusun kardeşi.


Soğuk esen Poyraz, tüm Kuzey Ege
başta olmak üzere özellikle Çanakkale
ve İstanbul Boğazlarında
en fazla etkili olan rüzgar olduğu için
mitolojide en önemli rüzgar tanrısıdır.

Çanakkale'de geceleri gökyüzü, sim ile işlenmiş bir siyah kadife kaftandır.
İnsan, kolunu yukarı kaldırdığında sanki eli bir yıldız denizine dalar; parmakları Büyük Ayı'ya, Venüs'e, Andromeda'ya dokunur.
Çanakkale'nin şarap rengi denizi hırçındır, öfkelidir, şehvetlidir. Yunuslar kıkırdar, sardalyeler yelkovan kuşu gibi uçar orada. 'Gel buraya, ' der dalgalar, 'gel buluşalım, gel kavuşalım, gel açılalım.
' Çanakkale rüzgârı öyle bir rüzgârdır ki, esti mi eser... coştu mu coşar... katar önüne o koca kanatlı bulutları, savurur da savurur...
Çınarların, meşelerin, dutların tarçın rengi yaprakları bir hazan seli olur, akar gider eriye eriye... Çanakkale'nin bir şarkısı vardır...
Çanakkale'nin bir kederi vardır...
Kederi kader, kaderi kederdir Çanakkale'nin.
O gecenin, o denizin, o rüzgârın, o şarkının, o kederin, o kaderin çocuğuydu Bedia.
Parmakları yıldızlara ulaştı, aşk uğruna buz gibi sulara daldı, bıraktı kendini rüzgara.
Sürüklendi, sürüklendi... Çanakkale'den Selanik'e, Selanik'ten Auschwitz'e, Auschwitz'den Londra'ya, Londra'dan İstanbul'a ve daha bin bir diyara...
Onun rüzgârının adı aşktı ve Bedia hep rüzgâra karşı kemanını çaldı...
Belki de Bedia, hiç keman çalmamalıydı...
(Tanıtım Yazısı'ndan)


Geç olur hep biliyorum,
Solmaz Kamuran'ın kitaplarını okuduğumda
hep sanki okumakta geç kaldım
hissi uyanıyor ben de...

tanırsınız canım Solmaz Kamuran'ı...
hani geçtiğimiz yıllarda herkesin elinden düşürmediği
yazın plajlarda kimi gördüysem elinde olan
safiye sultan serisi ve
erguvan güzeli romanlarının çevirisini yapmış olan,
ipek böceği cinayeti kitabını derleyen,
bir levrek iskeleti ve kiraze,minta adlı romanların yazarı,
çetin altanın karısı ve
asıl mesleği diş hekimliği olan kadın...


http://www.siyahkahve.com/index.php?cmd=7&textID=2349
ilk hikayesi için yukarıdaki linke tıklayın...

okuyun derim bu kitabı,
hiç sıkılmadan,su gibi akıp giden
bir roman...

Cuma, Mayıs 22, 2009

lakerda

Cesaretin en büyük denemesi,
yenilmeyi yasa düşmeden kabul etmektir.
demiş.......G.Ingersol

ben de cesaret gösterip,
1 mayısta lakerda yaptım... Markette
balığı görünce, yani toriği
şaşırdım
belki mevsimi değil dedim yapmamın
ama
denemem gerekir bunu deyip aldım...
bolca hem de ....
akşam birazını pişirdim usulünce
kalanı lakerda olacak...
benim değişik yemekler yapmak ile
ilginç baharatları kullanma
merakım olduğundan
bütün bu işler ...
yazısını da lakerda oluşup
yenecek kıvama gelince yazarım
diye düşündüm tabii...

neyse
araştırıp,
yaptım ve
OLDU...

şimdi sıra yemeye geldi....
araştırmalarım sırasında
rastladığım yazılar da ilginç lakerda hakkında
ve de hoş ...

"Musevi bir İspanyol balıkçı
kutsal cumartesi günü ailesini doyurmak için balığa çıkmış.
O gün de sonrasında da tek bir balık bile tutamamış.
Yaptığı hatayı anlayıp tövbe etmiş, Tanrı'ya yalvarmış.
Affedilmiş olmalı ki; ertesinde çıktığı av çok bereketli geçmiş,
yiyebileceklerinden fazla balık tutmuş.
İşte bu fazla gelen balık tuzlanıp saklanmış.
Ortaya çıkan lezzet bugünkü lakerdanın temelini atmış.
Lakerda sözcüğünün de
İspanyolca 'istenen, arzulanan' anlamındaki 'la kerrida'dan geldiği söylenir.
İyisi torikten olanıdır.
Ama öyle her torikten değil, mümkünse poyraz yemişinden."


"Aydın Boysan'ın şahane bir lakerda hikayesi
Aydın Ağabey bunu daha sonra İstanbul'un Kuytu Köşeleri adlı kitabında da yazmıştı. Çocukluğunun Samatya'sını anlatır: "Merdivenlerin yanında, lakerdacı Tekfur Usta yer alırdı. Camekanın üstünde, çıplak ampuller ışıldardı. En sevimli Samatya olaylarından biridir, anlatılır. Bir gün Tekfur Usta'ya iri kıyım bir adam yaklaşıyor. Nefis torik lakerdalarını seyrettiken sonra 'Bana bundan, iki kilo tartın!' diyor. Tekfur ise 100 gramlık bir ufak sararak veriyor ve diyor ki, 'hele sen bunun tadına bir bak! Haftaya daha iyisi gelecek, şimdi al.' Müşteri gittikten sonra soruyorlar: 'Hazır müşteri çıkmışken niye vermedin?'
Tekfur açıklıyor: 'Bu ayı, iki kilo lakerdayı alır evine götürür,
tavasını-ızgarasını yapmaya çalışır.
Ziyan eder malı, vermem.'

bu arada sözlüklerde lakerda tanımları ;

argoda; yaşlı hayat kadını.

rakının metresi olur,
pezevengi soğandır.demişler.

balik etinden lokum yapma sanati.
en nefis yiyeceklerden biri.

suşinin oryantali de denebilir.
rakıyla iyi gider.
balık turşusu

Alakası yok ama,
bu söz de hoşuma gitti doğrusu;
"""""O kadar çok şeye sahipti ki azla yetinmeyi öğrenmişti."""""

Çarşamba, Mayıs 20, 2009

güneş umuda doğdu-akkız


izledim ,
insan bu kadar
güzel mi uğurlanır....

nur içinde yatsın,
ışıklar içinde...


1986’da Uluslararası Gandhi Ödülü’nü kazandı.

1990’da Ülkemizde Yılın Kadını Ödülü’nü...

1991’de Melvin Jones Ödülü’nü...

1996’da Atatürk İlke ve Devrimleri Ödülü’nü,

Atatürkçü Düşünceye Hizmet Ödülü’nü,

Kuzey Amerika Klinik Dermatoloji Derneği Özel Ödülü’nü aldı...

Bunları sonraki yıllarda aldığı diğer ödüller izledi:

1997, Kuvayı Milliye Ödülü, Fahrettin Kerim Gökay Ödülü...

1998’de; Türkiye Ziraatçiler Birliği Dayanışma Ödülü, 75. Yıl Ödülü...

1999’da; Uğur Mumcu-Muammer Aksoy Ödülü...

2000’de; Rıfat Ilgaz Onur Ödülü...

2001’de; İtalya’da Foyer des Artistes Kurumu Ödülü, Hasta ve Hasta Yakınları Derneği Ödülü, Atatürk Ödülü...

2002’de; Sanat Kurumu Onur Ödülü...

2003’te; Atatürk/Çağdaşlık Ödülü...

2004’te; Yıldız Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü,

TED Koleji Eğitim Ödülü,

Mesleki Başarı Ödülü,

İnsan Hakları Ödülü,

Türkiye’nin En İyi Eğitimcisi Ödülü,

Yılın En Yürekli Kadını Ödülü...

2005’te; Puduhepa Ödülü,

Meslek Hizmetleri Ödülü,

Toplumsal Barış Ödülü, İnsan Hakları, Demokrasi, Barış ve Dayanışma Ödülü...

2006’da; İyi Kalp Ödülü, Yılın Başarılı İş Kadını Ödülü, Çağdaş Eğitim Ödülü...

2007’de; Zirvedekiler Ödülü, Cumhuriyetin Yılmaz Savaşçıları Onur Ödülü, Örnek Kıdemli Vatandaş Ödülü, Melvin Jones Ödülü, Hizmet Ödülü...

2008’de; Yılın En Başarılı Kadını Ödülü, Aydınlanma Onur Ödülü, Margarette Golding Ödülü, Yılın Sivil Toplum Önderi Ödülü...

2009’da; Cumhuriyet Kadını Ödülü, Cumhuriyet Erdemlerini Yaşatma Ödülü, Sosyal Sorumluluk Projeleri Başarı Ödülü... Ve Vehbi Koç Vakfı Eğitim Ödülü...


bir ömre sığanlar...

Cuma, Mayıs 08, 2009

benim annem


Son günlerde reklamlarda

erkek çocuk kıza diyor ki ;

Benim babam doktor

kızın cevabı:

Benim annem hem doktor,hem hemşire

hem............

hem............

hem............

oğlan şaşkın bakıyor

yüzü şekilden şekile giriyor

hiç de mutlu olmuyor duyduklarından,

hem itfaiyeci,hem......

diyerek devam ediyor.....

Mükemmel kadın” denildiğinde aklınıza ne gelir?

Toplumun ve yaşamın üstüne yapıştırdığı

tüm sıfatları eksiksiz yerine getiren kadın!


Mükemmel Kadın Olmayın!

tiyatro



Dünya bir oyun sahnesi

var mı itiraz...

Çarşamba, Mayıs 06, 2009

istersen alma...

Bir köy çocugu sehrin en büyük marketinde ise basvurur.
Dünyanin bu en büyük alisveris merkezinde hersey ama her sey satilmaktadir.
Patron sorar: - Daha önce hiç saticilik yaptin mi?
- Evet köyümde bu isi yaptim.
Patronun gözü çocugu tutar:
- Iyi, yarin basliyorsun. Ertesi gün aksam olur ve patron çocugu karsisina alir;
- Evet, bugün kaç satis yaptin??
- Bir
- Ne bir mi?
Digerleri 20-30 satis yaptilar. Nasil bir?
Kaç dolar tuttu peki? - 320.334.00 USD dolari.
Patron sasirir ve sorar:
- Nasil becerdin bunu?
- Adama basta küçük boy bir olta, sonra orta boy ve sonra da büyük boy bir olta sattim.
Adama nerede balik tutacagini sordum.
Kiyida diyince bir tekneye ihtiyaci oldugunu söyledim.
Tekne bölümüne indikçe çift motorlu, yelkenli, lüks bir yat sattim.
Vosvosuyla bunu çekemeyecegini söyleyince son model 4x4 bir jeep sattim.
Patron kendinden geçer: - Ne diyorsun, bütün bunlari bir küçük olta almaya gelen adama mi sattin?
Genç çocuk cevap verir:
- Yoo aslinda karisi için bir kutu ped istemisti...
Ben de ona söyle dedim:
-"Hafta sonun mahvolmuş, sen en iyisi balığa git..."

Pazartesi, Mayıs 04, 2009

necmi

balkonumdaki yılbaşı çiçeği
genelde kışın açarlar ama,
yeni çiçeklendi,açmasını bekliyorum...
herşey şaşırdı bu mevsimde...

bu da günün neşesi olsun...

Acı Kaybımız:
3 ay önce ailemize katılan,
"Necmi" ismini verdigimiz kaplumbağamız,
dün vefat etmiştir.
Aile arasında sade bir törenle evin arka bahçesine gömdük.
Hayvancağız durduk yerde can verdiği için gidip, Necmi’yi
aldığımız dükkanın sahibine sebebinin ne olabileceğini sorduğumuzda
”Abi onlar kış uykusuna yatar”
cevabını almış bulunmaktayız.
Hepimizin başı sağolsun.
Bu vicdan azabıyla ben de çok yaşamam herhalde...
demiş vatandaşın biri....

Çarşamba, Nisan 29, 2009

39 tavsiye





SAĞLIK:

1...Çok su için.

2...Kahvaltıyı kral, öğle yemeğini prens ve akşam yemeğini de dilenci gibi yiyin.

3...Ağaçlarda ve bitkilerde yetişen yiyecekleri daha çok ve fabrikalarda üretilen yiyecekleri daha az yiyin.

4...3 E ile yaşayın...Energy, Enthusiasm and Empathy (enerji, heyecan ve duygu paylaşımı).

5...Meditasyon, yoga ve dua yapacak zaman yaratın.

6...Daha çok oyun oynayın.

7...2008'de okuduğunuzdan daha fazla kitap okuyun .

8...Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun.

9...7 saat uyuyun.30 dakika yürüyüş yapın,yürürken gülümseyin.


KİŞİLİK:

10...Hayatınızı başkalarınki ile karşılaştırmayın.

Onların bu dünyadaki seyahatinin ne hakkında olduğuna dair hiçbir fikrin yok.

12...Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere veya şeylere sahip olmayın.

Bunun yerine enerjinizi olumlu şekilde şu an için harcayın.

13...Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.

14...Kendinizi çok da ciddiye almayın; kimse yapmıyor.

15...Kıymetli enerjini gevezelikle, dedikoduyla boşa harcama.

16...Uyanık iken daha fazla hayal kurun.

17...Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır.

İhtiyacınız olan herşeye zaten sahipsiniz.

18...Geçmiş meseleleri unutun

Bu durum mevcut mutluluğunuzu bozar.

19...Hayat, birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır.

Kimseden nefret etmeyin.

20...Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiki zamanı bozmasın.

21...Senden başka hiç kimse senin mutluluğundan sorumlu değildir.

22...Hayatın bir okul olduğunu ve öğrenmek için burada olduğumuzu unutmayın. Problemler, cebir dersi gibi gelip giden, ancak aldığımız derslerin bir ömür boyu devam ettiği eğitim programının bir parçasıdır.

23...Daha fazla gülümseyin ve gülün.

24...Her tartışmayı kazanmak durumunda değilsiniz.

Aynı fikirde olmamak için anlaşın.

SOSYAL YAŞANTI:

25...Ailenizi sık arayın.

26...Her gün diğerlerine iyi bir şey verin.

27...Herkesi herşey için affedin.

28...70 yaşından büyük ve 6 yaşından küçük kimselerle vakit geçirin.

29...Hergün en az 3 kişiye gülümseyin ve tanımadığınız en az 1 kişiye "GÜNAYDIN" deyin.

30...Başkalarının senin hakkında ne düşündüğü seni ilgilendirmez.

31...Hasta olduğun zaman işin sana bakamaz. Ailen yada arkadaşların bakabilir. Onlarla temasta olun.


HAYAT:

32...Doğru şeyi yapın!

33...Faydalı, güzel veya neşe dolu olmayan herşeyden uzak durun.

34...TANRI herşeyi iyileştirir.

35...Bir durum iyi veya kötü olsun, nasılsa değişecektir.

36...Nasıl hissettiğinizin önemi yok, haydi kalkın, giyinin ve ortaya çıkın.

37...En iyisine henüz sıra gelmedi.

38...Sabah canlı olarak uyandığınız zaman, bunun için TANRI'ya şükredin.

39...Maneviyatınız daima mutludur.

Öyleyse mutlu olun.

Salı, Nisan 28, 2009

evli

Agop ile Eleni evlenmisler ve
cicim aylari bittikten sonra
Agop eve gelip koltuğuna kurulur kurulmaz,
gazeteyi yüzüne çekip Eleni'yle hic ilgilenmez olmus.

Gunlerden bir gun Eleni Agop'tan ilgi beklentisi ile;
-Bre Agoppp! Mutfagin penceresi bozuldu,
yaparsinnn ...?

Agop , gazeteyi yuzunden indirmis,
gayet sinirli bir sekilde;
-'Niye, ben pencereciii ...?'

Ertesi gun Eleni yine ilgi gormek umuduyla,
-'Bre Agoppp, mutfakin muslugu bozuldu
yaparsiinnn ...?

-'Niye ben muslukciii.. .?'

Bir sonraki gun
-'Bre agoppp, tuvaletin sifoni bozuldu,
yaparsiinn ...?

-'Niye ben pokcii...?

Ertesi gun eve gelen Agop bi bakar hersey tamir edilmis !
-' Kuzum Eleni bunlari sen yaptinn..?'
-' Yoo...'
-' Ee kim yapti peki ?'

-'Bilirsin, kapici Abdurrezzak' in bende gozi vardir,
yaparsin? dedim,
o da dedi 'yaparim,
ama bi sartla..'

Agop merak icinde sorar,

-'Neymis ..?'

-'E,dedi bana, ya benimle yatarsin,
yada bi pasta yaparsin !!!'

Agop rahatlar,
-' Peki kuzum, ne pastasi yaptin?'

Eleni sinirlenir;
-'Niye ben pastaciii ..!


Cumartesi, Nisan 25, 2009

öyle bir geçer zaman ki ....

Ecem çok zor ama , sana sabır diliyorum, leylaklar içinde yatsın bebeğin....

Çarşamba, Nisan 22, 2009

can göknilin kadının son kullanma tarihi


Aynı marketteki gibiymiş:“Yeni karı alacaksan son kullanma tarihine bakacaksın”, diyorlar.

Onlar diye dursun.

Kadınlar kurnaz.

Tarihleri geçenler ufak müdahalelerle şekil şemail

değiştirip gülücükler saçarak sahneye dönüyorlar.

Bence horoz olmak daha zor.

Gün olur,hava sıcaklığı kırk dereceyi bulur.

Kümesin içi zaten dar.

Gayrete geleceksin.

Atlayacaksın tüylü tüylü tavukların üzerine,hedefi tutturacaksın!

Herkes yumurta bekler.

Onlar bekledikçe horoza durmak dinlenmek yok.

İş tutar tutmasına da sıcaktan bezmişse eğer,

yumurtaların kabukları koyu renk çıkar.

Beyaz olanlar serin günlerin ürünleridir.

Yeter ki horozun son kullanma tarihi geçmesin!

Geçse bile kümesin kapısını açınca,önce horoz çıkıyor dışarıya.

Bizi sorarsan bayır aşağı yol alıyoruz.

İlerledikçe kırışıyor, kırıştıkça buruşuyoruz.

Ufaldık, biraz da büküldük.

Arkama baktım, bir de ne göreyim:Onun gölgesi genç, benimki de renkli!

demiş.

Can Göknil'in Kadının Son Kullanma Tarihi adlı kitabında....

Salı, Nisan 21, 2009

can

her gün bir yerden dönmek ne iyi

her gün bir yere konmak ne güzel

bulanmadan, donmadan akmak ne ala

dünle beraber gitti cancağızım

ne kadar söz varsa düne ait

şimdi yeni şeyler söylemek lazım.

Çarşamba, Nisan 15, 2009

Lale İstanbulun öz kızıdır.


Laleyi severim,hem çiçeğini, hem de adı lale olan arkadaşı...

Lale İstanbul'un öz kızıdır,
evden kaçmıştır onu geri çağırmamız gerekir
demiş İskender Pala vatan kitap ekinde
Katre-i Matem adlı kitabı ile ilgili röportajında...

henüz okumadım kitabı ama ,
tasavvufu severim hem edebiyatta,
hem de dinimizde...
maddede manayı aramaktır ,
tasavvuf....

tasavvufi düşünce tarzının içselleştirilmesi ile
insanın ümit etmesinin,
iyimser olmasının,
tasavvuftan kaynaklanmasının
sonucudur diye düşünürüm...

Ebced hesabında iki veya daha fazla ismin
sayı değeri eşit oluşundan istifade edilerek,
bu isimlerden birini söylemekle
mecazen diğeri söylenmiş olur.

Yine lafza-i celal olan ALLAH ismi şerifinin
ebced hesabında değeri 66'dır.
Hilal ve lale'nin kelimelerininde değeri 66'dır.
Bayrağımızdaki Hilal ,minarelerin alemi olan Hilal
aslında Allah ismi şerifine rumuz olmakta,
İsmi celale hürmeten onun yerine mecazen,hilal konulmaktadır.
yani tasavvuf maddede manayı aramaktadır...

laleyi sevmemin bir nedeni de
kültürümüzün bir parçası olmasıdır...
Genelde koku veren çiçeği severim de,
lalenin kokusu var mıdır
onu bilemiyorum...

Bir dönem minyatür çalışmalarımda,
severek kullanndığım
figürlerden birisiydi,
lale...
o kadar çok çeşidi vardır ki
hem de çok çeşitli adlandırılmış...

Osmanlı'da lâle çeşitlerine verilen isimler ilginç;
Cüce moru,
Sahipkıran,
Narçiçeği,
Pabuçcu,
Altınsarısı,
İbrahim Bey Alı,
Aşçımoru,
Gülcübaşı,
Kızılbıyıklı,
Keresteci,
Pençe,
Erikdibi,
kalaycı Beyazı gibi...

O zamanın laleleri şimdiki gibi değilmiş,
ince uzun çok zarif...
ve O eski İstanbul lalelerinin soğanları yok olup gitmiş
bilmiyorum var mıdır kıyıda köşede kalan
o dönem lalesinden bir soğan...

Laledan-Lale vazosu
Lalefam-Lale renkli
Lalegun-Lale renkli
Lalegül-Türk Müziği’nde bir makam, kadın ismi
Lalehadd-Lale yanaklı
Laleli-İstanbul da bir semt
Lalelik-Lale vazosu
Lalename-Lale için yazılan risale
Lalereng-Lale renkli
Laleruh-Lale yanaklı, Bir Türk Müziği makamı
Laleveş-Lale gibi
Lalezar-Lale bahçesi
Lalezari-Lale bahçesi sahibi
1600' lü yılların sonunda lâleye olan ilgi olağanüstü artmış
ünlü lâle soğanlarını
elde etme isteği eklenince,
bazı lâle soğanlarının fiyatları aşırı yükselmiş.

1725 yılında lâlelerin fiyatını tesbit eden
bir liste narh defteri hazırlanmış.

28 Haziran 1726 tarihli defterde 239 lâle'nin ismi kayıtlıdır.

En yüksek fiyat; 50 kuruş-7.5 Cumhuriyet altını ile Nîze-i Rummânî Lâle Mızrağı isimli lâle soğanı için tesbit edilmiştir.

Ağustos 1727 tarihli 2. listede 306 lâle ismi geçmekte,
bu listede en yüksek fiyat yine, lâle mızrağı 200 krş ile birinci,
sahipkıran 150 krş,
Gülriz 100 krş ile ikinci ve üçüncü sıralara yerleşmiştir.
1725 yılında Lâle Mecmuası çıkmış ve
Bu mecmuada isimleriyle birlikte
50 kadar İstanbul lâlesi çeşidi,
renkli resimli olarak verilmiş,
mecmuada bulunan resimler
hayal mahsulû olmayıp
İstanbul lâlesinin gerçek görüntüleriymiş.

Kitap, şimdi Belçikalı Robert de Belder
isimli kolleksiyoncunun kitaplığında bulunmaktaymış.

Dünyada tek olan mecmuanın esas sahibi,
merhum Ekrem Hakkı Ayverdi (1899-1984)
Bu değerli kitap,
Osmanlı mimarisine dair, 4 büyük cilt tutan eserini bastırabilmek için
gerekli mâli kaynağı sağlamak üzere, kolleksiyonundaki diğer bazı kıymetli yazmalarla birlikte,
1960'lı yıllarda elden çıkarttığı tahmin edilmekteymiş.

(İstanbul lâlesi, Prof.Turan Baytop Kültür Bak.Yay.1998).

http://www.minyatursanati.com/?p=243

Bir de Orhan Murat Arıburnu'nun şiirini de
ekleyip lale konusunu burada sonlayayım dedim,
çok garip bir huy benimki de,
herşeyi yazmak gerekir gibi yazıyorum ,
başkası belki üç,dört yazı konusu çıkarabilirdi .
Laleli
Lalelim
Lalelide oturur
Laleli lale olur lalelimden.
Laleliden geçilir
Lalelimden geçilmez

Pazartesi, Nisan 13, 2009

paylaşma




Bildiklerini paylaş,


ölümsüzlüğü elde etmenin


bir yoludur


paylaşmak....

Cuma, Nisan 10, 2009

sevmek


“Kimse
kimseyi
herşeye
rağmen
sevmez.”

Çarşamba, Nisan 08, 2009

şair

Şairlerin ,yazarların birbirleriyle atışmaları,tartışmaları pek çok yazıya konu olmuştur,
bu resim bana bir şiiri hatırlattı ,
paylaşalım istedim...

Orhan Veli,
Karanfil şiirinde
Ahmet Haşim şiirinden
karanfil kokuları alınır :

Hakkınız var, güzel değildir ihtimal
Mübalağa sanatı kadar
Varşova'da ölmesi on bin kişinin
Ve benzememesi
Bir motörlü kıtanın bir karanfile,


Ahmet Haşim ve O'nun Karanfil'i:

Yarin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil
Ruhum acısından bunu bildi.
Düştükçe vurulmuş gibi yer yer
Kızgın kokusundan kelebekler
Gönlüm ona pervane kesildi.
***************************

gerçek ve hayal,
romantizm ya da realizm...

dünyayı nasıl görmek isteriz
diye düşünürsek,
kişi hayata bakışına göre
şekillendirecektir dünyasını...
ama
bakmak görmek değildir
değil mi?

Pazartesi, Nisan 06, 2009

70'li yıllar

Bir günde iki yazı ,aştım ben olayı
buyrun....

Asalet sıradandı, herkeste vardı
Zor okunan kitapları bile kolayca okurdu gençler.<
Kızların etekleri kısaydı, erkeklerin saçı uzun, ne fark eder
Kadının ruhuna bakılırdı, erkeğin kafasının içine.
Ölüme kafa tutardı gençler, kimseyi lafa tutmazdı.
Destansı öyküsü vardı her birinin
Gözaltına alındılar ama el üstünde gittiler mahşere
Herkes bir düşüncenin peşine takıldı
Oy karşılığı buzdolabının, bir torba kömürün peşine takılmadılar ya!
İşçilerin adam yerine kondukları yıllar
Öğretmenlerin hayata katıldıkları mevsimler.
İnsanlar aşk yumağı
Bedenler yere serilse de, ruhlar ayakta
Varsın gaz ve yağ kuyrukları olsun
Şimdiki gibi ********lik kuyrukları yoktu ya...
Mahalleler masumiyet beldesi
Camilerde siyasetin zerresi mevcut değil
Şarkıcılar parmakla gösterilirdi, her mahallede bir tiyatro
Futbolcular bile adam gibiydi
Radyonun başında dönerdi dünya
Bir televizyonumuz vardı, varsın sansürü olsun
Şimdiki televizyonlar gibi, zehir kutusu değildi ya.
Bir kargaşa vardı yalan değil, bir kapışma
Labirentin bir ucu "Bağımsız Türkiye'ydi,
öbür ucu Milliyetçi Türkiye
Karartma gecelerinde bile hepsinin rüyası aydınlıktı
1970'li yılların gençliği, tuzağa düşmeyi bildiler ama sadece
kendilerini yaktılar.
Bütün kötülüklerin anası 1980'dir.
Ve ardından gelen yıllar!
Haysiyetle yapılan sözleşme, yüreklerde bozulduktan sonradır ki
Toplum da büyük bir hızla bozuldu.
O yüzden, insanlar o yıllardan kalan bir şarkıyı bile duysa
kendilerini kaybediyorlar.
Çünkü hepsi biliyor,
Kaybettiklerinin, bir daha asla kazanamayacak kadar değerli olduğunu...

"Haksızlık karşısında sessiz kalan hakkının yanında şerefini de kaybeder"...
demiş Hz.Ali

Cuma, Nisan 03, 2009

on küçük zenci

katilin intihar etmeden önce yazdığı mektup. konusu :

Adaya davet edilen on kurban, hayatları boyunca bir suça karışmış, bir cinayet işlemiş insanlardı. Bu yüzden olacak,katil hepsine ada sahibinin adını kullanarak birer mektup gönderir
ve onları adaya çağırır... yemek masasının üzerinde de on küçük zenci heykeli vardır.
Çok geçmeden katil kendine göre adalet olan seri cinayetine başlar
romanda geçen şiir ise;
On küçük zenci yemeğe gitti,
Birinin lokması boğazına tıkandı.
Kaldı dokuz,
Dokuz küçük zenci geç yattı,
Sabah Biri uyanamadı, kaldı sekiz,
Sekiz küçük zenci Devon’u gezdi,
Biri geri dönmedi.
Kaldı yedi,
Yedi küçük zenci odun kırdı
Biri baltayı kendine vurdu.
Kaldı altı,Altı küçük zenci bal aradı,
Birini arı soktu.
Kaldı beş,
Beş küçük zenci mahkemeye gitti,
Biri tutuklandı.
Kaldı dört,
Dört küçük zenci yüzmeye gitti,
Birini balık yuttu.
Kaldı üç,
Üç küçük zenci ormana gitti,
Birini ayı kaptı.
Kaldı iki,
İki küçük zenci güneşte oturdu,
Birini güneş çarptı.
Kaldı bir zenci.
Bir küçük zenci yapayalnız kaldı
Gidip kendini astı.
Kimse kalmadı.
Katil ise bir mektup yazar: Yazımı bitireceğim ve bir şişeye koyup ağzını sıkıca kapayıp mühürledikten sonra denize atacağım.
Niçin?
Evet niçin?
Daima kimsenin içinden çıkaramayacağı esrarengiz bir cinayet işlemeyi arzu edip durmuştum.
Fakat şimdi şunu anlamış bulunuyorum ki,
hiçbir sanatkar şaheserini sadece kendi görerek tatmin olamaz.
Sanatkarı asıl tatmin eden şey eseri değil, onun meydana getirdiği takdir ve alkışlardır.
Bütün insanlar önünde şunu itiraf ediyorum ki, ben de ne kadar zeki ve kurnaz olduğumun
herkes tarafından takdir edilmesini isteyen bir zavallıyım...
Siz tanınmak ister miydiniz?

Perşembe, Nisan 02, 2009

muzaffer tayyip uslu

yorumda bu şiiri okuyunca ,
kısa bir araştırma sonucu
yazarını buluverdim
şiirin adını ve yazarını aşağıya ekledim...
tanımadığım bir şair tabii hepsini bilemeyiz,
tanıyamayız ama gugıl bilgi veriyor her konuda...
aslında günlük yazı yazmak hem kolay hem zor...
konu bolluğundan çok birşey yok,
deniyorum,
ama tutarlı yazı yazmak
zorunluğundaymışım,
saçmalama hakkım yokmuş gibi erteliyorum tabii
yazı yazmayı....
lale uyarınca ,
şimdi .....
hemen ....
dedim kaydettiğim yazıyı sizlere
sunuyorum....
***************************
Gramer Dersi

Sevmek'' bir kelimedir
``Sarı saçlı'' dersem bir kız için
Sıfat söylemiş olurum
``Ben sarı saçlı bir kız sevdim''
Bir cümledir. Sevda dolu bir cümle
Nokta koymalı, durmalı zira
Zira ``açlık'' da bir kelime
Cümleye gelmez sarı saçlı kız gibi
Ah elbet dolaşırsa ölüm sık sık dilime
``Öleceğim, ölüyorum, öldüm''
Diyeceğim bir gün .


Muzaffer Tayyip Uslu
(1922 - 1946)
1922'de İstanbul'da doğdu,
3 Temmuz 1946 tarihinde Zonguldak'ta öldü.
Zonguldak'ta lise öğrenimi sırasında Behçet Necatigil'in öğrencisi oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ndeki yüksek öğrenimini yoksulluğu ve hastalığı nedeniyle sürdüremedi. Zonguldak'ta memurluk yaptı.Tüberkülozdan öldü.O dönem yayınlanan şiirleriyle en iyi şairlerden biri kabul edilmiş, yaşamındaki acılara karşın, gizli bir üzüntü içinde yaşamanın güzelliğini yazmıştı. Şiirleri, Garip Şiir Akımı'nın özelliklerini taşır.
Şiirlerini Şimdilik adlı bir kitapta topladı (1945) . Ölümünden sonra Necati Cumalı şiirlerini ve yazılarından seçmeleri Muzaffer Tayyip adlı bir kitapta topladı (1956)Şiir kitapları:Şimdilik (1945 Muzaffer Tayyip Uslu (1956, ölümünden sonra)

garip akımı şairi deyince
orhan veli unutulur mu?
melih cevdet anday,oktay rıfat...
bir de
onlara birinci yeniler denilmiş...
garip akımının
ikinci yenileri ise;
özdemir ince,turgut uyar,edip cansever,
ece ayhan,cemal süreyya,sezai karakoç...

bu arada bu yazıyı hazırlamama vesile olan
atalete
yazıyı hatırlatıp,yayınla diyen
laleye teşekkürler...

Salı, Mart 31, 2009

patates

Lale mide ağrısından bahsedince,
benim de epeydir duyduğum ,
çiğ patatesi rendele ,
suyunu iç
reçetesi geldi aklıma...
tabii ilaç tedavisini ihmal etmemek lazım,
belki geçici bir çözüm olabilir ,denemekte fayda var...

fransızca bloglara ara ara takılırım,
fransızca falan bildiğimden değil,
yanlış anlaşılmasın
sağolsun gugıl çevirisi...
mor patatesten bahsediyor blogcu,püre yapmış
ilgimi çekti hem de nasıl...
çünkü baharatlar,yeni tatlar ve ilginç besinler
beni cezbeder ,alır ve kullanırım...
araştırırken patatesle ilgili biraz bilgilenelim ...

Patates patlıcangiller familyasından yumruları yenen otsu bitkiymiş .
Boyu 60-80 cm’ye varan, beyazımsı-pembemsi çiçeği açan, yumrusu
hariç zehirli otsu bir bitki...
Burada fransız blogcu arkadaşın yaptığı püre görülüyor...



Bu patates çiçeğimiz...
Bu resim de mor patatesin resmidir....
Gelelim patatesin nimetlerine;
şeker hastalığına faydalıdır.
Susuzluğu giderir.
mi de ve onikiparmak bağırsağı ülseri için yararlıdır.
K araciğer şişliğini de giderir.
Bağırsak solucanlarının düşürülmesine yardımcı olur.
Damar şişliğinde faydalıdır.
Sert bir şey yutulduğu zaman
yabancı maddenin vücuda
zarar vermeden çıkartılmasını sağlar.
Patates yemek hemeroide iyi gelir,
yanık ve çıbanların ağrılarını geçirirmiş.
Ana vatanı güney amerikaymış
ispanyollar getirmiş, avrupaya patatesi ...

hediye

dünkü Oya'ya takdim edilir...

Cuma, Mart 27, 2009

hediye

atalete hediyemdir...

Perşembe, Mart 26, 2009

ATA


Dün akşam bir misafirim vardı:
Ata,bizim komşunun oğlu,
5 yaşında bir fırtına...
Elinde hediyesiyle geldi,
babam bunu Bursa 'dan size getirdi diyerek...
Anne öğretmen,öğrencilerini tiyatroya götürüyormuş
rica etti kalabilir mi diye...
Ata'yı misafir etmek hoşumuza gidiyor,arada sırada...
Küçük çocuk özlemimizi gideriyoruz onunla...
akıllı mı akıllı bir afacan...
Ona resimli kitaplar okuyorum ,
büyük bir zevkle dinliyor kerata...
geçen sefer okuduğum
kitabın aynısını bir daha okudum,onca kitabın arasından
üstelik kendisi seçti,
unutmamış aynısını istedi...
uyku vakti gelince de seriliverdi kanapeye,
üstümü örtmeyin uzanıyorum diyerek...

çantasının içinde pijaması,oyuncağı,terlikleri ile gelmişti...

sinirlendi de pijamanın altı var üstü yok,
annem niye koymamış diye...Alem bu çocuk ,
takım bozulmuş ,
çünkü takım halinde giyebilirmiş...
Eşime;- amca bana bir görev ver yapayım, deyince
o da hadi bu oyuncak eşeği uyut bari deyince,
uyuttu hayvancağızı kendisi ile birlikte...

eşeğin gerçi bir eseri yok ama,
gönül rahatlığıyla uyudu hayvancağız..
Ata evimize değişik
bir soluk getirdi akşam akşam...
oğlum da bizim onunla geçirdiğimiz zamanı görünce
"sizin torun sevme vaktiniz gelmiş anlaşılan"
diyerek tatlı tatlı dalgasını geçti...
kızım dershaneden geldiğinde Ata çoktan uyumuştu...
oynayamadı Ata'yla...

Çarşamba, Mart 25, 2009

KABLOSUZ İLETİŞİM

Rus fizikçiler
yerin 100 metre altında bakir tel bulduklarını,
bunun ise atalarının bundan 1000 yıl öncesinde
telefon şebekelerinin olduğunu kanıtladığını duyurmuşlar.

***************************************************
Bu olaydan 1 hafta sonra
Amerikan gazetelerinde ilginç bir manşet:
****************************************************
Amerikan bilim adamları
yerin 200 metre altında 2000 yıl öncesine ait
fiber-optik hatlar bulduklarını, bunun ise,
Amerikan toplumunun Ruslardan 1000 yıl öncesinde
gelişmiş dijital haberleşme sistemleri olduğunu söylemişler. .
****************************************************
Bir hafta geçmeden Trabzon,
Araklı ' da yerel TAKA gazetesinde yeni bir manşet:
Trabzonlu bilim adamlarının
yerin 500 metre altına kadar kazdıklarını ve
hiçbir şey bulamadıklarını,
bunun sebebinin ise atalarının 5000 yıl öncesinde
kablosuz (wireless) iletişim sistemlerini kullandığının ispatı olduğunu belirtmişler.
****************************************************

Pazar, Mart 22, 2009

ofelya


Ne aptalmışım da

bir köylü kızı kadar özgür ve

bir kralın kızı kadar değerli olduğumu düşünmüşüm!

Ormanın derinliklerine baktım ve ‘Bu ilişkinin kaderi kötü yazılmış.
Ne sana, ne de bana faydası olacak,’ dedim acı içinde.
Hamlet’in içini çektiğini duydum.

Yoksa duraksayan ateşin üstüne mi üflemişti?

Arkamda durup omuzlarıma dokunduğunu hissettim.

Beni kendisine çevirdi ve yüz yüze geldiğimizde sıcacık öptü.
Dudaklarının dokunuşu korkularımı silip götürüyordu adeta.

Elsinore’un Hamlet için,

tıpkı benim için olduğu gibi,

altın yaldızlı bir kafes olduğunu anladım.
“Bu ormanda ve kulübelerde kıskanç gözler,

eleştiren diller, dedikodu veya yalan yok,’ dedim.

‘Öyleyse bırak, hep burada kalalım

ve birbirimize sadece basit gerçekleri söyleyelim.

’ İsteğimin işe yaramayacağını bilerek yanağımı Hamlet’in ceketinin sert, gösterişsiz omzuna dayadım.”


Hamlet'i tanırsınız ,

'Olmak ya da olmamak' meşhur sözüdür.

Peki Ofelya'yı hatırladınız mı?

Hamlet'in sevgilisi Ofelya.

bu kitapta Hamlet'in öyküsünü

Ofelya'nın ağzından okudum...
William Shakespeare'in yazmış olduğundan farklı bir şekilde...

Annesini doğar doğmaz kaybetmiş olan Ofelya'nın

tek sahip olduğu şey babası Polonius ve sevgili ağabeyi Laertes'tir.

Ancak babasının hırsları yüzünden

küçük yaşında ,Ofelya saraya gelir ve

kraliçe Gertrude'un gözdesi olur.

Eğitmeni Elnora'dan çok şey öğrenen Ofelya,

sarayda göze çarpan bir karakter olur ve

Danimarka prensi Hamlet'in ilgisini çekmesi

çok uzun sürmez.

İki genç aralarındaki ilişkinin onaylanmayacağını

bildikleri halde aşklarını dolu dizgin yaşarlar.

Ancak Hamlet'in babasının öldürülmesi ve

annesinin amcasıyla evlenmesi onu delilik sınırlarına getirir...

kral babasının bir cinayete kurban gittiğine inanan Hamlet,

yavaş yavaş akıl sağlığını kaybetmeye başlar.

Ofelya'nın Hamlet'in durumu ve

saraydaki kaostan ötürü bir seçim yapması gerekmektedir.

Ya kaçıp hayatını kurtaracak ya da

canını tehlikeye atma pahasına sarayda kalacaktır.

Ofelya'nın tek destekçisi ise Hamlet'in can dostu Horatio'dur.

Ofelya'yı uygulaması gereken çok ölümcül bir plan beklemektedir...

pek çok kitaba ilham kaynağı olan Hamlet,

Lisa Klein'ın kaleminden yeniden hayat buluyor.

Lisa Klein'ın Hamlet yorumu alışık olduğumuz bir tarzda değil...

Klein'ın Ofelya'sı Shakespeare'ninkinden çok daha dinamik ve güçlü ...

Aşk, komplo, tehlike, umutsuzluk ve umut, aldatma, cinayet, delilik ve gizem...

Perşembe, Mart 19, 2009

ASLA ANLAMAZLAR


Güzel bir kadın arabasıyla yolda ilerlemektedir....
Bu arada bir adam kendi yolunda ama aksi istikamette gitmektedir...
her ikisi de karşı karşıya geldiklerinde kadın pencereyi açar ve bağırır:
-Dikkat et beygir!!!!
Adamda penceresini açar ve bağırır:-Cadı!!!!
her ikisi de yollarına devam ederlerken,adam dikiz aynasına bakarak sırıtmaktadır ve sonra birden bir ses...
ve yukarıdaki görüntü....
Bu yazının ana fikri:-"Erkekler kadınların ne dediklerini asla anlamazlar"

Cumartesi, Mart 14, 2009

FRANSIZLAR NATOYA GERİ DÖNÜYOR....

İngiliz Daily Mail gazetesi,
yüzyıllar boyunca hem askeri,
hem diplomasi hem de ekonomi alanında ezeli rakipleri olan Fransızlar’la ilgili komik fıkraları topladı.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda
Almanlar’a yenilen ve teslim olan Fransız ordusu,
İngiltere ve ABD’de birçok fıkraya konu olmuştu.
Gazete, İkinci Dünya Savaşı’nın
ünlü Amerikalı generali George Patton’ın “Yanımda bir Fransız ordusu olacağına, karşımda bir Alman ordusu olsun daha iyi” sözlerine de atıf yaptı.
İşte Fransız ordusu fıkraları:
- Ellerini kaldırmış 100 bin Fransız’a ne nedir?
Fransız ordusu.
- Fransa’da neden hep geniş meydanlar vardır?
Alman askerleri geniş kollar halinde yürümeyi sevdiği için.
- Fransızlar neden özgürlük heykelini ABD’ye verdi?
Çünkü heykelin sadece tek kolu havadaydı.
- Fransızlar neden BM’de daha fazla oy hakkına sahip?
Çünkü her iki elleriyle de oy kullanıyorlar.
- Paris’teki Disneyland’da neden havai fişek şovu yapılmaz?
Çünkü her şov başladığında Fransızlar saldırı olduğunu zannedip teslim olmaya çalışıyor. - Yazılan en kısa kitap nedir?
Fransız savaş kahramanları..
.- Fransız askerlerine eğitimlerde ilk ne öğretilir?
10 dilde “Teslim oluyorum” demek.
- Fransız ordusunda en önemli şey nedir?
Dikiz aynası. Böylece kaçarken savaşı görebilirler.

SÜPER FIKRA
Bir Fransız generali bir İngiliz generaline
“Neden hep kırmızı giyiyorsunuz?
Düşman için çok kolay hedef olmuyor musunuz?” diye sormuş.
İngiliz general, “Böylece kan izi belli olmuyor.
Diğer askerlerin de morali bozulmuyor” diye cevap vermiş.
O gün bugündür Fransız askerleri kahverengi pantolon giyiyor...

Salı, Mart 10, 2009

raşomon


Herkesin ‘gerçeği’ farklıdır

Tapınağın önünde oturan rahiplere

yağmurdan sırılsıklam olmuş bir oduncu gelir

ve ormanda tanık olduğu dehşet verici bir olayı anlatır.

O dönemin Japonya’sında benzerlerine çok sık rastlanan bir olay..

Ormanda eşiyle birlikte yolculuk yapan bir samuraya bir haydut saldırmıştır.

Önce samurayın gözleri önünde

karısına tecavüz etmiş sonra da

talihsiz adamı bir kılıç darbesiyle öldürmüştür.

Daha sonra kurulan bir tür halk mahkemesinde

olayın kahramanlarını karşımızda görürüz:
Tecavüze uğrayan kadın, haydut ve bir medyumun çağırmayı başardığı ölü samurayın ruhu!

Haydut kadına tecavüz ettiğini kabul eder.

Ama bunu oduncunun söylediği gibi

adamın gözleri önünde değil,

adamı öldürdükten sonra yapmıştır.

Kadın, kocasını, kendisini

hayduta verdiği için bizzat öldürdüğünü söyler.

Samuray ise karısının kendisini

haydutun kollarına atması

nedeniyle intihar ettiğini anlatır.

Kurosawa bu filminde herkesin gerçeğinin

kendine göre olduğunu anlatmaya çalışır.

Herkesin gerçeği farklıdır
ve insanlar tanık oldukları

hoşlanmadıkları olayları

unutmak eğilimindedirler.

Aynı olayın dört değişik açıdan anlatılması ve

yorumlanması birbirini tamamlar, bütünler..

O yağmurlu günde Kyoto ormanlarında

gerçekte ne olduğunu anlamak için

gerçeğin bütün boyutlarını bilmemize ihtiyaç vardır...
Günümüzde yaşanan olaylara bakarak
kendi gerçeğimiz nasıl bulabiliriz...
Gerçeğin peşinde
Peki ama hangisi gerçek?
Ve gerçek nedir?
Tanıkların hepsi mahkemede
farklı hika­yeler anlatmaktadır ve bu konudaki bilgi­miz giderek artmaktadır.
Buna rağmen iş hiç de kolay değildir.
Aslında mahkeme heyetinden
görünen pek kimse de yoktur ortada,
tanıklar kameraya konuşur
yani bir yönden yargılayıcılar, izleyicilerdir.
Ancak kime inanmalıyız, o yine de meç­huldür.
Aynı olay bu kadar farklı mı anla­tılır?
İnsanlar neden yalan söylerler?
Kötü oldukları için mi?
Hayal güçleri nedeniyle mi,
belleklerinin zayıflığı nedeniyle mi?
Hangisi?
Pek çok kişi Kurosawa'nın fil­minde
gerçeğin göreliliğini öne çıkarttığını savunmaktadır ve bu doğrudur.
Ama bundan biraz daha fazlası bize insan doğa­sı ve
gereksinimlerine ilişkin göz kırp­maktadır.
O da olayları algılama, yorum­lama ve
bilişler aracılığıyla yeniden yapı­landırma gereksinimidir.
Bildiklerimiz mi biziz, yoksa bizler mi biliriz.
Hiçbir şey göründüğü gibi değil ,
bunu öğreniriz...
filmin ba­şından sonuna kadar
süren yağmurla ilgi­li bir bilgiyi aktaralım...
Filmdeki yağmur si­yah bir mürekkep aracılığı ile
boyanıp bir ton kazandırılarak çekilebilmiştir.
Çünkü o zaman kullanılan
kameraların lensleri saf sudan oluşan
yağmur görüntüsünü ya­kalayamamaktadır.
Kısaca, hiçbir şey göründüğü gibi değilmiş...

Pazartesi, Mart 02, 2009

yorgun mayıs kısrakları




Okumuşsunuzdur ya da
izlemişsinizdir sanırım
dört cadının programında,
aynı apartmanda büyümüş
iki arkadaşın günümüzde hayatta durdukları
yeri anlatan belgesel filmin tanıtımını...
5.katın sahibi yasemin Alkaya'nın


“Yaşam Arsızı”... filmi


Ankaralı konsomatris Elif Çağlayan’ın hayatı.
Yönetmen koltuğunda ise Elif Çağlayan’ın
çocukluk arkadaşı Yasemin Alkaya var.
İnsana “kader” denilen şeye yeniden inandıran ve
aile kavramını sorgulayan
acayip bir hikâye.



Ey kari,
ülkemiz ne kadar
renkli, dinamik , heyecanlı
sıkılmaya vakit bulamaz insan
hergün yeni bir gündem çünkü...
opera sanatçısı kadın ,
ölünce neler gündeme geldi,
mahkemelerde cesaretle,
ben ona aşıktım diyen bir kadının
yerine,
kocasını Bitlis'e göndermek istemeyen
kadının ,
ona ; sen arka odaya geç demesi
ve operacının yerini alması...




“Lacivert gözlü bir kadındı.
Bir kere Maçka’da gördüm.
Bir haziran günü güneşin en yoğun olduğu saatte gökyüzü ne kadar maviyse gözleri o kadar mavileşiyor,
gece bastığı zaman ne kadar lacivert olursa o kadar lacivert oluyordu.
Çok güzeldi.
Hafif göğüs çatalı göstermeye meraklıydı.
Seksi görünen bir kadın havasından çok
sakin görünen bir şehvet fırtınasıydı.
Çok güzel omuzları vardı.”

yılmaz karakoyunlu
böyle anlatıyor o zamanki
istanbul emniyet müdürünün eşini...
kadınlar sanatçı,
biri opera
diğeri edebiyatçı,kitaplar yazmış daha 17 yaşında...
ve Türk Sagan'ı olarak adlandırılıyor,
anne polonyalı, baba türk
dame de sionu bitirmiş...


Yılmaz Karakoyunlu'nun 'Yorgun Mayıs Kısrakları' kitabında,


Yahya Kemal,


Nazım Hikmet ve


Adnan Menderes'in evli kadınlarla yaşadığı ilşkilere yer verdi,

belki filmini de yaparlar...


ey okur...

sahi güz sancısını gördünüz mü?

Çarşamba, Şubat 25, 2009

KIRMIZI İBİKLİ KÜÇÜK TAVUK



İngiltere'de ilkokullarda "The Little Red Hen" adlı bir okuma kitabı, bu ülkenin çocuklarına bir masal anlatıyormuş.

Su Dünyası Dergisi masalın başına şu açıklamayı koymuş: "Enerji politikalarının yoğun bir şekilde konuşulduğu, kendimize ait kaynakların kullanılması hususunda, menfi kampanyaların sürdürüldüğü bir ortamda, bu hikaye yeterli cevap olacak kanaatindeyiz.

Düşünerek okumanız dileğiyle…"


Zamanın birinde bir çiftlikte kırmızı ibikli küçük bir tavuk yaşarmış. Tavuk kendi yiyeceğini kendisi bulur ve bu güzel çiftlikte çok mutlu bir hayat yaşarmış. Bir gün buğday taneleri bulmuş ve bunları ekerek daha çok yiyecek elde edeceğini düşünmüş. Ancak nasıl ekeceğini bilmediği için arkadaşlarından yardım istemiş:
"- Bu buğday tanelerini ekmek için kim bana yardım edecek ?"
Ördek cevaplamış:
"- Ben yardım edemem, ancak istersen sana kahve tohumu satabilirim. Buğday yerine kahve ekersen, çok para kazanır ve istediğin kadar buğday alırsın."
Domuz oradan seslenmiş:
"- Ben de yardım edemem, ancak kahve ekersen ürünlerini ben satın alırım."
Fare hemen atlamış:
"- Ben buğday ekiminden anlamam ancak kahve ekmek için gereken parayı sana borç verebilirim, sonra ödersin." Ticaretten ve tarımdan anlamayan kırmızı ibikli şirin tavuk, bu sözler sonrasında kahve ekmeye karar vermiş ve buğdaydan vazgeçmiş. Ancak kahve nasıl ekilir bilmediğinden yine yardım istemiş:
"- Kahve ekmek için kim bana yardım edecek?"
Ördek:
"- Ben yardım edemem, ancak kahvenin çabuk büyümesi için gereken gübreyi sana satabilirim" demiş.
Domuz: "- Ben kahve yetiştirmekten anlamam ancak kahveleri zararlı böceklerden korumak için ilaca ihtiyacın var, istersen sana satarım" demiş.
Fare de:
"- Gübre ve ilaç için gereken parayı istersen sana borç olarak veririm " demiş. Sonunda kırmızı ibikli tavuk çalışmaya başlamış, çalışmıııııış çalışmış. Kahve yetiştirmek buğday yetiştirmekten daha zormuş ve daha çok gübre ve ilaç gerekiyormuş. Ama tavuğumuz sonunda çok zengin olacağını hayal ederek sabretmiş. Ve sonunda hasat zamanı gelmiş ve gerçekten de tavuk çok miktarda ürün elde etmiş, kendisine yol gösteren arkadaşlarına seslenmiş:
"- Kahveleri satmama kim yardım edecek?"
Ördek:
"- Ben yardım edemem, ancak kahveleri işlemek ve paketlemek için benim fabrikama getirmelisin."
Domuz:
"- Ben de yardım edemem, zaten her önüne gelen kahve ektiği için kahve fiyatları çok düştü, senin kahven beş para etmez."
Fare: "- Ben bu işlerden anlamam, ayrıca artık sana verdiğim borçları ödemen lazım." Sonunda kırmızı ibikli küçük tavuk gerçeğin farkına varmış ve buğday yerine kahve ekmenin büyük bir hata olduğunu anlamış, çünkü borç içinde imiş ve yiyecek tek bir lokması yokmuş. Açlıktan ölmemek için yine yardım istemiş:
"- Yiyecek bir kaç lokma bulmama kim yardım edecek?"
Ördek:
- Ben yardım edemem, senin hiç paran yok."
Domuz:
"- Ben de yardım edemem, zaten herkes kahve ektiği için buğday eken de kalmadı, yiyecek yok."
Fare:
"- Ben yiyecek bulamam. Ancak bana borçlarını ödemediğin için para yerine senin tarlanı almak zorundayım, iyi bir tavuk olursan, belki senin o tarlada boğaz tokluğuna çalışıp, benim için buğday yetiştirmene izin verebilirim. Şimdilerde bizim kırmızı ibikli küçük tavuğumuz, artık farenin olan eski tarlasında buğday yetiştiriyor ve karnını doyurmaya çalışıyor.
Kaynak : İngiltere de ilkokullarda okuma kitabı olarak okutulan "The Little Red Hen" kitabı.

Perşembe, Şubat 19, 2009

....


Çarşamba, Şubat 18, 2009

ÖDÜL

4 gün izin aldım, işyerimden
evdeyim bugünlerde
kendimi emekliliğe alıştırıyorum mı acaba?

bakalım ev beni sıkacak mı,
yoksa hoşuma mı gidecek
evde kalmak....
deneyip göreceğim...

dün bütün gün temizlikli ,
yemekti derken,
gün nasıl geçti,akşam oldu bilemedim...
bu arada
bana sürekli emeklilik şarkısı
söyleyen eşim pek bi mutlu,
evde olmamdan....
daha önce okuduğum bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim
bence bu ödül,alpernatife verilmeli,
dilerseniz linke tıklayıp bu konuda mail gönderip
uyarı yapın jüriye,
bu ödül bu konuda yazısı bulunan
alpernatifizm.
verilmeli bence...
çoktan haketti .

ex tuğçe baran ya da mutlu tönbekiciden:

Bizim kızlar (Hülya Uğur Tanrıöver, Esin Küçüktepepınar, Alin Taşçıyan, Ceyda Aşar) önümüzdeki haftalarda matrak bir film ödülü dağıtacaklar. “1. Altın Bamya 2008 Cinsiyetçilik Ödülleri.”

http://w10.gazetevatan.com/

Türkiye sinemasında, erkek egemen bakışın ağırlığına, kadınlara dair alanların daraltılmasına, kadınlara dair oluşan yanlış mitlerin, algıların, cinsiyetçi bakışın yeniden üretilip temsil edilmesine ve bu ayrımcılığın kanıksanır kılınmasına bir eleştiri, bir karşı duruş, bir söz söyleme isteğiyle ortaya çıkmış bir oluşum.
Aday filmler: Issız Adam, Recep İvedik, Aşk Tutulması, Üç Maymun.
Beni de jüri üyesi olmam için davet etmişler. Yazık ki dahil olamayacağım, zira ikisi hariç filmleri izlemedim. (Meraklısı www.altinbamya.org’dan detayları öğrenebilir, oy verebilir.)

Salı, Şubat 17, 2009

DEVRİM


Evrensel dolandırıcılığın ,
hüküm sürdüğü zamanda
,gerçeği söylemek
DEVRİMCİLİKTİR.

GEORGE ORWELL

Salı, Şubat 03, 2009

ÇOK OLMAK

Alberto Giacometti. (Swiss, 1901-1966). City Square. 1948.



MUTLULUK

SORUNSUZ

BİR YAŞAM

DEĞİL,

ONLARLA

BAŞA ÇIKABİLME

YETENEĞİDİR.

KIYMET

Alberto Giacometti. (Swiss, 1901-1966). Woman with Her Throat Cut. 1932 (cast 1949). Bronze, 8 x 34 1/2 x 25" (20.3 x 87.6 x 63.5 cm). Purchase. © 2009 Artists Rights Society (ARS), New York / ADAGP, Paris

Bölüm kadın parçası kabuklular ve böcek parçası, kadının Boğaz Kes ile dikkatli yatay. Sanatçı tarafından Intended yere bir temel olmadan yerleştirilmesi için, bir kadına tecavüz ve şiddet içeren görüntü ve öldürülmüş olduğunu gösterir.

biliyorsunuz artık
http://translate.google.com/
kullanılmaya başlandı...

Her dilden Türkçe'ye çeviri yapabileceksiniz
ama ortaya çok komik çeviriler
çıkıyor sonuçta... yukarıda okuduğunuz gibi...

yoksa aşağıdaki sözleri yazıp
bir de resim ekleyip gidecektim
ama öyle olmadı tabii,toz tüy resmi ararken giacomettiye rastladım
derken bu yazı ortaya çıktı....

İNSANLAR,

ÇABUK YÜKSELENLERE ÖNEM VERİRLER...

HALBUKİ HİÇ BİR ŞEY

TOZ VE TÜY

KADAR ÇABUK YÜKSELEMEZ....

Çarşamba, Ocak 28, 2009

cem adrian


Aşkın en acı halini anlatıyor Emir adlı yeni albümünde,
6.5 oktavlık sese sahip Cem Adrian...
"Aşk Bu Gece Şehri Terk Etti" şarkım bir acapella. ve koro var şarkıda. O koroyu da ben kendi sesimi değişik kanallardan kaydederek bir koro oluşturdum. Yani kendime 134 kez vokal yapmış oldum.

Anladım...
Her şey bitiyor...
Her seferinde yine aşk kaybediyor bizi...
Anladım...
Herkes gidiyor...
Her seferinde yine çok acıtıyor bizi...
Gözlerine bir bak...
Nasıl da parlak...
Beni uğurlarken yine yüzüme böyle bak...
Gözlerime bir bak...
Nasıl da ıslak...
Bana hoşçakal derken onlara iyi bak...
Ağlamadan...
Ağlatmadan...
Gitmelisin...
Şimdi buradan...
Yağmurlardan...
Rüzgârlardan...
Hesap sor bu...
Sokaklardan...
Sevgilim…
Sevgilim…
Anladım...
Her şey bitiyor...
Her seferinde yine aşk kaybediyor bizi...
Anladım...
Herkes gidiyor...
Her seferinde yine çok acıtıyor bizi...
Gözlerine bir bak...
Nasıl da parlak...
Beni uğurlarken yine yüzüme böyle bak...
Ellerine bir bak...
Nasıl da ufak...
Bana hoşçakal derken onlara iyi bak...
Ağlamadan...
Ağlatmadan...
Gitmelisin...
Şimdi buradan...
Yağmurlardan...
Rüzgârlardan...
Hesap sor bu...
Sokaklardan...
Sokaklardan...
Sevgilim..



Söz, Müzik, Aranje : Cem Adrian Düet : Pamela Spence Davul : Çağlar Yürüt

Cuma, Ocak 23, 2009

gül hanımdan -bereket hüseyine


Hoş geldin Barack
Başkanlık sırası sende
Senin yolunu gözlüyor
Batan bankalar, işsiz milyonlar
Senin yolunu gözlüyor
Kapanmalar, iflaslar
Soyanlar, soyulanlar
Hoş geldin Barack
Başkanlık sırası sende
Senin yolunu gözlüyor
Savaşlar, kavgalar
Suikastlar, bombalar
Hoş geldin Barack
Başkanlık sırası sende
Senin yolunu gözlüyor
İsrail-Filistin
Hindistan-Pakistan
İlle de İran İlle de İran
Hoş geldin Barack
Başkanlık sırası sende
Senin yolunu gözlüyor
Karanlık hesaplar, nefretler
Gizli planlar, cinayetler
Senin yolunu gözlüyor
Silahçılar, petrolcüler
Hoş geldin Barack
Başkanlık sırası sende
Nâzım Hikmet’in Hoş geldin Bebek adlı şiirinden esinlenerek Zülfü Livaneli tarafından yazılmıştır.
Obamanın yemin törenini ve
diğer törenleri günlerdir izliyoruz...
NTV hep verdi saatler boyu...
Şarkılar söylediler,
dans ettiler,
dünyaya verdikleri mesaj,
biz tek bir ulusuz,
yekvücut oluruz
başkanımızın çevresinde
çünkü ulusal birliğimiz önemli...
yukarıdaki resim de Aretha Franklinin...
Bir hatırlatma yapalım :
Rosa Parks
güney eyaletlerinde
zencilerle beyazlar otobüslere ayrı kapıdan biniyor,
kendilerine ayrılmış ayrı yerlere oturuyorlardı.
Rosa Parks bir gün Montgomery’de otobüse bindi.
O otobüste bir beyaz,
beyazlara ayrılan yerde yer bulamayınca,
zencilere ait bölümde oturmakta olan
Rosa Parks' tan koltuğundan kalkıp
kendisine yer vermesini istedi.
Şoför de kalkması için uyardı ama Parks yerinden kalkmadı.
Tutuklandı ve hapse girdi.
Olaydan sonraki bir yıldan daha uzun bir süre boyunca
zenciler otobüslere binmediler,
her yere yürüyerek gittiler.
Protesto eylemleri bir yıl sonra meyvesini verdi.
ABD Federal Mahkemesi,
otobüslerdeki bu uygulamayı yasakladı...
Biz ise ,susalım oturalım,
hepimiz BBG evinde gibiyiz
gözetleniyoruz...)))
2-3 adet ayrı ayrı telefonu ve gsm hattı olan
güzel yurdumun güzel insanlarının
hatları iptal aklına bile gelmiyor...
yoksa bize bişey olmaz teranesi
genetik kodlarımızda mı var nedir????...
Aslında biliyoruz da
işimize gelmiyor
kolay kazanılmıyor
çünkü hiçbir şey
bedeli ödenmeden...
kimse de bedel ödemek istemiyor....

Salı, Ocak 20, 2009

nolan testi

Kişisel konular:

*Askerlik hizmeti mecburi olmamalı.

*Devlet, radyoya, televizyona, basına ya da internete müdahale
etmemeli, denetlememeli.

*Devlet, yetişkin insanların karşılıklı rızalarıyla gelişen cinsel
ilişkilere müdahil olmamalı.

*Uyuşturucu yasaları faydadan çok zarar veriyorlar;
kaldırılmalılar.

*İnsanlar sınırlardan rahatlıkla geçebilmeli, istedikleri ülkede
çalışabilmeli, istedikleri ülkede yaşayabilmelidirler.


Ekonomik Konular:


*Devlet, tarımı ve sanayiyi sübvanse etmemeli, destek alımları
kaldırılmalı

*Gümrük duvarları indirilir, ticaret tümüyle serbest bırakılırsa
insanlar için daha iyi olur.

*Asgari ücret, işsizliğe neden olduğu için, iptal edilmelidir.

*Vergiler kaldırılmalı, devlet hizmetlerinin bedeli onları kullananlar tarafından ödenmelidir (yani bedava polis, okul, sağlık vb. hizmet, yok)

*Dış yardım devlet tarafından değil, isteyen bireyler tarafından yapılmalıdır.



Değerlendirme:

“Evet”ler 20, “Belki”ler 10, “Hayır”lar 0 puan.



Testin tümünden 50’den az puan topladıysanız, o zaman siz “otorite yanlısı” birisiniz. Buna göre, halihazır kurumları, hiyerarşileri, iktidar yapılanmalarını körükörüne destekler, değişime şiddetle direnir-mişsiniz. Buna karşın, inançlarınıza ilişkin mantıklı, belagatlı gerekçeler geliştirmeniz de beklenir-miş. Erich Fromm’un başını çektiği Amerikalı psikologlar, bu kişiliklere “ırkçılar,” Stalinciler arasında rastlamışlar-mış. Ayrıca, bu kafadaki insanlar kendi cinsel arzularına da içerlerler, dürtülerini bastırma yoluna giderler-miş. Nedeni de çocukluklarında cinselliğin ayıp olduğunu öğretilmiş olmaları-ymış.



Öte yandan, eğer Kişisel konularda 50’den fazla puan toplamış ve fakat Ekonomik konularda 50’nin altına düşmüşseniz, o zaman “liberal” sınıflandırmada yer alıyorsunuz demekmiş. Bu durumda Amerikan liberallerine (“liberal” tanımının İngiltere ve Amerika’daki anlamının, kıta Avrupası’ndaki anlamından farklı olduğunu hatırlatmama izin verin) benzeyen bir tutumla, hükümet destekli toplumsal programları benimsemekle birlikte, genelde “hoşgörülü” bir tavır sergiler, çevre ile ilgilenir, kadın haklarını yüceltir, kavgadan kaçınır-mışsınız.



Ekonomi puanları 50’nin üstünde, Kişisel puanları 50’nin altında olanlardansanız, “muhafazakâr” gruptansınız demekmiş. “Muhafazakâr” yani, ‘80li yılların Ronald Reagan, Margaret Thatcher ve rahmetli Özal’ı doğrultusunda, kapitalizm-yanlısı olup, büyük şirketler ve onların başarılı yöneticileriyle saf tutar-mışsınız. Bir yandan Thatcher-vari “muhafazakârlık,” ki “dizginsiz kapitalizmin yüceltilmesi” demektir, diğer yandan yoksullara yeşil kart, yiyecek yardımı pratiği içindeyseniz, kendinizi “muhafazakâr” sayamazsınız.


Testin her iki bölümünde de 50’nin üstünde puan alanlara gelince: sizler de “libertarian” oluyorsunuz! Yani, insanların insan olmaktan gelen haklarının yasalardan daha üstün olduğuna inandığınızdan, devlet müdahalesini asgaride tutmayı, serbest piyasa ekonomisini güçlendirmeyi ister-mişiniz Libertaryanlar ayrıca tarih boyunca barıştan yana olmuşlar-mış. Peki, ya puanınız ne eksik, ne fazla, tam tamına 50 ise? O zaman “sınırda” bir vakaymışınız, oturup bir daha düşünmeniz gerekiyormuş!
http://www.alevalatli.com/menu.asp?sayfa=detay&makale=91&v=ULUSAL%20KİMLİK&kat=29

Cuma, Ocak 16, 2009

başlıksız

Naziler kendisini almaya geldiği zaman bir papaz şu ünlü (ve artık klasikleşmiş) sözü söylemişti:
Önce Yahudileri götürdüler,
Sesimi çıkarmadım, “Ben Yahudi değildim.”
Arkasından aydınları götürdüler,
Sesimi çıkarmadım, “Aydın değildim.”
Sonra muhalefeti götürdüler,
Sesimi çıkarmadım, “Muhalefet değildim.”
Peşinden Çingeneleri götürdüler,
Sesimi çıkarmadım, “Çingene de değildim.”
Peş peşe demokratları, sosyalistleri, liberalleri götürdüler,
Sesimi çıkarmadım, çünkü “hiçbiri değildim.”
En sonunda beni götürmeye geldiklerinde etrafıma bakındım,
Gördüm ki, “Ses çıkaracak kimse kalmamıştı...”
Bizde kimi götürüyorlar
düşünün bakalım.

Perşembe, Ocak 15, 2009

Babam

tarihte bu gün
kişisel tarihimden
önemli bir gün
babamı 1998 de kaybettiğim gün ...
Tam 11 yıl oldu...
onun yokluğuna alışmak
hayli zor oldu...
dürüst,adil ve yakışıklı bir adamdı...
mekanın cennet olsun,
sen bizde yaşıyorsun,
gelecekte
biz de çocuklarımızda yaşayacağız...

Salı, Ocak 13, 2009

siz hangi şehirsiniz



http://testyourself.tr.msn.com/test/sehir/Result.aspx

ben testi uyguladım bahtıma bu çıktı
siz bakın bakalım
ne olacaksınız?

İstanbul
Siz tam anlamıyla bir “İstanbul”sunuz. Eğer İstanbul’da doğduysanız bu sizin için adeta bir şans demek, çünkü zaten başka bir şehirde mutlu olmazmışsınız gibi bir duruşunuz var. İstanbul hiç bir zaman öngörülemeyen karakterdedir, gizemli, cazibeli, büyüleyicidir, tıpkı sizin gibi. Hem geçmişinin izlerini taşır hem bugünü tüm realitesiyle yaşatır. Kim neyi görmek istiyorsa İstanbul’da onu görür. Tanımak, tanımlamak zaman alır. Tüm bunlar da size has özellikler değil mi? Siz nereye giderseniz gidin denizinin kokusuyla, sokaklarının sesiyle, mavi rengiyle İstanbul sizi geri çağırır ve siz bu çağrıyı kulak ardı edemezsiniz. Çünkü siz zaten "İstanbul"sunuz

Pazartesi, Ocak 12, 2009

tercihler

Şeytan,
"İnsanların tekrar dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver"
(Araf, 14)

Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi.
(Araf, 15)

şeytana pabucunu ters giydirecek
insanların bulunduğu günümüzde
yaşananlara ithaf edilmiş bir yazı...


günün farkına varmadan
önce insan geceyi görmeli,iyice
dinlemeli insan içindeki hayvanı,
yürümeli insan bir uyurgezer gibi
çatının kenarında,bedenin bir
parçasını fırlatmalı insan şeytanın
ağzına.
"Derisi olmayan bir kadın" ın
Anne Sexton'ın
KÖTÜLÜK ARAYICILARI
adlı şiirinden...

siz şeytanın ağzına
ne atmak isterdiniz...