Çarşamba, Haziran 24, 2009

burası iran

Burası İran
Genç kadın “Bugün 19 Haziran Cuma 2009” diyor,
“Bu gece Allahu ekber sesleri her zamankinden daha yüksek.”
Duruyor ve bir şiir okumaya başlıyor.
O anda, sesiyle yazdığı bir şiir bu besbelli.
Memleketine kahrolarak bakan bir insanın kalbinin sesi bu, sen tanırsın.
“Burası neresi?
Bütün kapıların kapalı olduğu bu yer, neresi?
Neresi insanların Tanrı’ya yakardığı bu şehir?
Allahu ekber seslerinin yükseldiği bu yer, neresi?
Her gece bekliyorum.
Sesler yükselecek mi daha da, bağıranlar çoğalacak mı?
Titriyorum duydukça seslerini.
Merak ediyorum:Tanrı titriyor mu?
Burası neresi?
Masum insanların kapana kısıldığı bu yer, neresi?
Kimsenin yardıma gelmediği...
Seslerimizi dünyaya sessizliğimizle duyurduğumuz
Bu yer, neresi?
Genç insan kanının aktığı ve insanların gidip namaz kıldığı...
O kanın içinde namaz kıldığı insanların,
Bu yer, neresi?
İsyancılara ‘serseri’ denen bu yer...
İster misiniz söyleyeyim?
Burası, İran.
Senin ve benim memleketim.
Burası İran!”
okuyun derim ece temelkuranı


http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?

Çarşamba, Haziran 10, 2009

rabia

Rabia Kader’in memleketi, Uygur kenti Xinjiang’ın Sincan okunduğunu bilir misiniz?
Ya Ankara yakınlarındaki Sincan’a Xinjiang’dan göçen Uygur Türkleri yerleştirildiği için Sincan adı verildiğini?
Sivas’ın Alevi köyü Sincan’ın da böyle bir tarihi olabileceğini araştıran oldu mu acaba?
Diyelim ki ne geçmişe meraklıyız, ne Uygurlara, zaten ne de Azerbaycan Türklerine ve diğerlerine...
Peki, daha birkaç ay önce, Gazze çocukları için toplanan bağışların akıbetini merak eden var mı?
http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?detay=Rabianin_Gazzeli_olmamak_kaderi

okan

patricia kaas..
s'il fallait le faire..
Okanın son halini gördünüz mü?
tarz yapmış kendine,
iyi de olmuş...
dün akşamki konuğu
konser için istanbulda olan patricia kaas..
elegant bir kadın,
şık,zarif,hoş, yani

program boyunca oturuşunu hiç bozmadı,
okanın deyimiyle delikanlı gibi oturdu...
bu erkekler baba olunca mı,
uysal kedi konumuna geliyor,
Reha da öyle
ikiz babası olunca ,
sanki daha sevecen oldu...
daha önceki kadınların şanssızlığı mı,
yoksa onların katma değeri mi
onları bu hale getirdi...yani adamları,
Geçenlerde tv de bir haber,
alt yazı geçiyor alttan “evliliği çalışma kurtarıyor” diye...
tahmin edelim bakalım niye
Çok çalışın, eşinizi az görün, mutlu kalın!
doğru mudur acaba bu tez,
eşler birbirini az görünce ,öncelikli konular görüşülüyor,
sorunları konuşmaya vakit de kalmadığından
erteleniyor çok şey haliyle,
hafta sonları evde kalınca ya da
ailece yapılan tatillerde ,
konuşuluyor sorunlar....
sonuç hüsran oluyor tabii
Madem öyle niye evleniyor insanlar
hem de koşa koşa :) :)

Pazartesi, Haziran 01, 2009

BOREAS

Boreas, Yunan mitolojisinde
kuzeydoğudan esen Poyraz'ın kişileştirilmiş adı.
Şafak tanrıçası Eos ve Astaraous'un oğlu.
Trakyada oturduğu varsayılan Boreas,
Notus, zep hyrus, eurus ,eosphoros,esperusun kardeşi.


Soğuk esen Poyraz, tüm Kuzey Ege
başta olmak üzere özellikle Çanakkale
ve İstanbul Boğazlarında
en fazla etkili olan rüzgar olduğu için
mitolojide en önemli rüzgar tanrısıdır.

Çanakkale'de geceleri gökyüzü, sim ile işlenmiş bir siyah kadife kaftandır.
İnsan, kolunu yukarı kaldırdığında sanki eli bir yıldız denizine dalar; parmakları Büyük Ayı'ya, Venüs'e, Andromeda'ya dokunur.
Çanakkale'nin şarap rengi denizi hırçındır, öfkelidir, şehvetlidir. Yunuslar kıkırdar, sardalyeler yelkovan kuşu gibi uçar orada. 'Gel buraya, ' der dalgalar, 'gel buluşalım, gel kavuşalım, gel açılalım.
' Çanakkale rüzgârı öyle bir rüzgârdır ki, esti mi eser... coştu mu coşar... katar önüne o koca kanatlı bulutları, savurur da savurur...
Çınarların, meşelerin, dutların tarçın rengi yaprakları bir hazan seli olur, akar gider eriye eriye... Çanakkale'nin bir şarkısı vardır...
Çanakkale'nin bir kederi vardır...
Kederi kader, kaderi kederdir Çanakkale'nin.
O gecenin, o denizin, o rüzgârın, o şarkının, o kederin, o kaderin çocuğuydu Bedia.
Parmakları yıldızlara ulaştı, aşk uğruna buz gibi sulara daldı, bıraktı kendini rüzgara.
Sürüklendi, sürüklendi... Çanakkale'den Selanik'e, Selanik'ten Auschwitz'e, Auschwitz'den Londra'ya, Londra'dan İstanbul'a ve daha bin bir diyara...
Onun rüzgârının adı aşktı ve Bedia hep rüzgâra karşı kemanını çaldı...
Belki de Bedia, hiç keman çalmamalıydı...
(Tanıtım Yazısı'ndan)


Geç olur hep biliyorum,
Solmaz Kamuran'ın kitaplarını okuduğumda
hep sanki okumakta geç kaldım
hissi uyanıyor ben de...

tanırsınız canım Solmaz Kamuran'ı...
hani geçtiğimiz yıllarda herkesin elinden düşürmediği
yazın plajlarda kimi gördüysem elinde olan
safiye sultan serisi ve
erguvan güzeli romanlarının çevirisini yapmış olan,
ipek böceği cinayeti kitabını derleyen,
bir levrek iskeleti ve kiraze,minta adlı romanların yazarı,
çetin altanın karısı ve
asıl mesleği diş hekimliği olan kadın...


http://www.siyahkahve.com/index.php?cmd=7&textID=2349
ilk hikayesi için yukarıdaki linke tıklayın...

okuyun derim bu kitabı,
hiç sıkılmadan,su gibi akıp giden
bir roman...