Salı, Mart 31, 2009

patates

Lale mide ağrısından bahsedince,
benim de epeydir duyduğum ,
çiğ patatesi rendele ,
suyunu iç
reçetesi geldi aklıma...
tabii ilaç tedavisini ihmal etmemek lazım,
belki geçici bir çözüm olabilir ,denemekte fayda var...

fransızca bloglara ara ara takılırım,
fransızca falan bildiğimden değil,
yanlış anlaşılmasın
sağolsun gugıl çevirisi...
mor patatesten bahsediyor blogcu,püre yapmış
ilgimi çekti hem de nasıl...
çünkü baharatlar,yeni tatlar ve ilginç besinler
beni cezbeder ,alır ve kullanırım...
araştırırken patatesle ilgili biraz bilgilenelim ...

Patates patlıcangiller familyasından yumruları yenen otsu bitkiymiş .
Boyu 60-80 cm’ye varan, beyazımsı-pembemsi çiçeği açan, yumrusu
hariç zehirli otsu bir bitki...
Burada fransız blogcu arkadaşın yaptığı püre görülüyor...



Bu patates çiçeğimiz...
Bu resim de mor patatesin resmidir....
Gelelim patatesin nimetlerine;
şeker hastalığına faydalıdır.
Susuzluğu giderir.
mi de ve onikiparmak bağırsağı ülseri için yararlıdır.
K araciğer şişliğini de giderir.
Bağırsak solucanlarının düşürülmesine yardımcı olur.
Damar şişliğinde faydalıdır.
Sert bir şey yutulduğu zaman
yabancı maddenin vücuda
zarar vermeden çıkartılmasını sağlar.
Patates yemek hemeroide iyi gelir,
yanık ve çıbanların ağrılarını geçirirmiş.
Ana vatanı güney amerikaymış
ispanyollar getirmiş, avrupaya patatesi ...

hediye

dünkü Oya'ya takdim edilir...

Cuma, Mart 27, 2009

hediye

atalete hediyemdir...

Perşembe, Mart 26, 2009

ATA


Dün akşam bir misafirim vardı:
Ata,bizim komşunun oğlu,
5 yaşında bir fırtına...
Elinde hediyesiyle geldi,
babam bunu Bursa 'dan size getirdi diyerek...
Anne öğretmen,öğrencilerini tiyatroya götürüyormuş
rica etti kalabilir mi diye...
Ata'yı misafir etmek hoşumuza gidiyor,arada sırada...
Küçük çocuk özlemimizi gideriyoruz onunla...
akıllı mı akıllı bir afacan...
Ona resimli kitaplar okuyorum ,
büyük bir zevkle dinliyor kerata...
geçen sefer okuduğum
kitabın aynısını bir daha okudum,onca kitabın arasından
üstelik kendisi seçti,
unutmamış aynısını istedi...
uyku vakti gelince de seriliverdi kanapeye,
üstümü örtmeyin uzanıyorum diyerek...

çantasının içinde pijaması,oyuncağı,terlikleri ile gelmişti...

sinirlendi de pijamanın altı var üstü yok,
annem niye koymamış diye...Alem bu çocuk ,
takım bozulmuş ,
çünkü takım halinde giyebilirmiş...
Eşime;- amca bana bir görev ver yapayım, deyince
o da hadi bu oyuncak eşeği uyut bari deyince,
uyuttu hayvancağızı kendisi ile birlikte...

eşeğin gerçi bir eseri yok ama,
gönül rahatlığıyla uyudu hayvancağız..
Ata evimize değişik
bir soluk getirdi akşam akşam...
oğlum da bizim onunla geçirdiğimiz zamanı görünce
"sizin torun sevme vaktiniz gelmiş anlaşılan"
diyerek tatlı tatlı dalgasını geçti...
kızım dershaneden geldiğinde Ata çoktan uyumuştu...
oynayamadı Ata'yla...

Çarşamba, Mart 25, 2009

KABLOSUZ İLETİŞİM

Rus fizikçiler
yerin 100 metre altında bakir tel bulduklarını,
bunun ise atalarının bundan 1000 yıl öncesinde
telefon şebekelerinin olduğunu kanıtladığını duyurmuşlar.

***************************************************
Bu olaydan 1 hafta sonra
Amerikan gazetelerinde ilginç bir manşet:
****************************************************
Amerikan bilim adamları
yerin 200 metre altında 2000 yıl öncesine ait
fiber-optik hatlar bulduklarını, bunun ise,
Amerikan toplumunun Ruslardan 1000 yıl öncesinde
gelişmiş dijital haberleşme sistemleri olduğunu söylemişler. .
****************************************************
Bir hafta geçmeden Trabzon,
Araklı ' da yerel TAKA gazetesinde yeni bir manşet:
Trabzonlu bilim adamlarının
yerin 500 metre altına kadar kazdıklarını ve
hiçbir şey bulamadıklarını,
bunun sebebinin ise atalarının 5000 yıl öncesinde
kablosuz (wireless) iletişim sistemlerini kullandığının ispatı olduğunu belirtmişler.
****************************************************

Pazar, Mart 22, 2009

ofelya


Ne aptalmışım da

bir köylü kızı kadar özgür ve

bir kralın kızı kadar değerli olduğumu düşünmüşüm!

Ormanın derinliklerine baktım ve ‘Bu ilişkinin kaderi kötü yazılmış.
Ne sana, ne de bana faydası olacak,’ dedim acı içinde.
Hamlet’in içini çektiğini duydum.

Yoksa duraksayan ateşin üstüne mi üflemişti?

Arkamda durup omuzlarıma dokunduğunu hissettim.

Beni kendisine çevirdi ve yüz yüze geldiğimizde sıcacık öptü.
Dudaklarının dokunuşu korkularımı silip götürüyordu adeta.

Elsinore’un Hamlet için,

tıpkı benim için olduğu gibi,

altın yaldızlı bir kafes olduğunu anladım.
“Bu ormanda ve kulübelerde kıskanç gözler,

eleştiren diller, dedikodu veya yalan yok,’ dedim.

‘Öyleyse bırak, hep burada kalalım

ve birbirimize sadece basit gerçekleri söyleyelim.

’ İsteğimin işe yaramayacağını bilerek yanağımı Hamlet’in ceketinin sert, gösterişsiz omzuna dayadım.”


Hamlet'i tanırsınız ,

'Olmak ya da olmamak' meşhur sözüdür.

Peki Ofelya'yı hatırladınız mı?

Hamlet'in sevgilisi Ofelya.

bu kitapta Hamlet'in öyküsünü

Ofelya'nın ağzından okudum...
William Shakespeare'in yazmış olduğundan farklı bir şekilde...

Annesini doğar doğmaz kaybetmiş olan Ofelya'nın

tek sahip olduğu şey babası Polonius ve sevgili ağabeyi Laertes'tir.

Ancak babasının hırsları yüzünden

küçük yaşında ,Ofelya saraya gelir ve

kraliçe Gertrude'un gözdesi olur.

Eğitmeni Elnora'dan çok şey öğrenen Ofelya,

sarayda göze çarpan bir karakter olur ve

Danimarka prensi Hamlet'in ilgisini çekmesi

çok uzun sürmez.

İki genç aralarındaki ilişkinin onaylanmayacağını

bildikleri halde aşklarını dolu dizgin yaşarlar.

Ancak Hamlet'in babasının öldürülmesi ve

annesinin amcasıyla evlenmesi onu delilik sınırlarına getirir...

kral babasının bir cinayete kurban gittiğine inanan Hamlet,

yavaş yavaş akıl sağlığını kaybetmeye başlar.

Ofelya'nın Hamlet'in durumu ve

saraydaki kaostan ötürü bir seçim yapması gerekmektedir.

Ya kaçıp hayatını kurtaracak ya da

canını tehlikeye atma pahasına sarayda kalacaktır.

Ofelya'nın tek destekçisi ise Hamlet'in can dostu Horatio'dur.

Ofelya'yı uygulaması gereken çok ölümcül bir plan beklemektedir...

pek çok kitaba ilham kaynağı olan Hamlet,

Lisa Klein'ın kaleminden yeniden hayat buluyor.

Lisa Klein'ın Hamlet yorumu alışık olduğumuz bir tarzda değil...

Klein'ın Ofelya'sı Shakespeare'ninkinden çok daha dinamik ve güçlü ...

Aşk, komplo, tehlike, umutsuzluk ve umut, aldatma, cinayet, delilik ve gizem...

Perşembe, Mart 19, 2009

ASLA ANLAMAZLAR


Güzel bir kadın arabasıyla yolda ilerlemektedir....
Bu arada bir adam kendi yolunda ama aksi istikamette gitmektedir...
her ikisi de karşı karşıya geldiklerinde kadın pencereyi açar ve bağırır:
-Dikkat et beygir!!!!
Adamda penceresini açar ve bağırır:-Cadı!!!!
her ikisi de yollarına devam ederlerken,adam dikiz aynasına bakarak sırıtmaktadır ve sonra birden bir ses...
ve yukarıdaki görüntü....
Bu yazının ana fikri:-"Erkekler kadınların ne dediklerini asla anlamazlar"

Cumartesi, Mart 14, 2009

FRANSIZLAR NATOYA GERİ DÖNÜYOR....

İngiliz Daily Mail gazetesi,
yüzyıllar boyunca hem askeri,
hem diplomasi hem de ekonomi alanında ezeli rakipleri olan Fransızlar’la ilgili komik fıkraları topladı.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda
Almanlar’a yenilen ve teslim olan Fransız ordusu,
İngiltere ve ABD’de birçok fıkraya konu olmuştu.
Gazete, İkinci Dünya Savaşı’nın
ünlü Amerikalı generali George Patton’ın “Yanımda bir Fransız ordusu olacağına, karşımda bir Alman ordusu olsun daha iyi” sözlerine de atıf yaptı.
İşte Fransız ordusu fıkraları:
- Ellerini kaldırmış 100 bin Fransız’a ne nedir?
Fransız ordusu.
- Fransa’da neden hep geniş meydanlar vardır?
Alman askerleri geniş kollar halinde yürümeyi sevdiği için.
- Fransızlar neden özgürlük heykelini ABD’ye verdi?
Çünkü heykelin sadece tek kolu havadaydı.
- Fransızlar neden BM’de daha fazla oy hakkına sahip?
Çünkü her iki elleriyle de oy kullanıyorlar.
- Paris’teki Disneyland’da neden havai fişek şovu yapılmaz?
Çünkü her şov başladığında Fransızlar saldırı olduğunu zannedip teslim olmaya çalışıyor. - Yazılan en kısa kitap nedir?
Fransız savaş kahramanları..
.- Fransız askerlerine eğitimlerde ilk ne öğretilir?
10 dilde “Teslim oluyorum” demek.
- Fransız ordusunda en önemli şey nedir?
Dikiz aynası. Böylece kaçarken savaşı görebilirler.

SÜPER FIKRA
Bir Fransız generali bir İngiliz generaline
“Neden hep kırmızı giyiyorsunuz?
Düşman için çok kolay hedef olmuyor musunuz?” diye sormuş.
İngiliz general, “Böylece kan izi belli olmuyor.
Diğer askerlerin de morali bozulmuyor” diye cevap vermiş.
O gün bugündür Fransız askerleri kahverengi pantolon giyiyor...

Salı, Mart 10, 2009

raşomon


Herkesin ‘gerçeği’ farklıdır

Tapınağın önünde oturan rahiplere

yağmurdan sırılsıklam olmuş bir oduncu gelir

ve ormanda tanık olduğu dehşet verici bir olayı anlatır.

O dönemin Japonya’sında benzerlerine çok sık rastlanan bir olay..

Ormanda eşiyle birlikte yolculuk yapan bir samuraya bir haydut saldırmıştır.

Önce samurayın gözleri önünde

karısına tecavüz etmiş sonra da

talihsiz adamı bir kılıç darbesiyle öldürmüştür.

Daha sonra kurulan bir tür halk mahkemesinde

olayın kahramanlarını karşımızda görürüz:
Tecavüze uğrayan kadın, haydut ve bir medyumun çağırmayı başardığı ölü samurayın ruhu!

Haydut kadına tecavüz ettiğini kabul eder.

Ama bunu oduncunun söylediği gibi

adamın gözleri önünde değil,

adamı öldürdükten sonra yapmıştır.

Kadın, kocasını, kendisini

hayduta verdiği için bizzat öldürdüğünü söyler.

Samuray ise karısının kendisini

haydutun kollarına atması

nedeniyle intihar ettiğini anlatır.

Kurosawa bu filminde herkesin gerçeğinin

kendine göre olduğunu anlatmaya çalışır.

Herkesin gerçeği farklıdır
ve insanlar tanık oldukları

hoşlanmadıkları olayları

unutmak eğilimindedirler.

Aynı olayın dört değişik açıdan anlatılması ve

yorumlanması birbirini tamamlar, bütünler..

O yağmurlu günde Kyoto ormanlarında

gerçekte ne olduğunu anlamak için

gerçeğin bütün boyutlarını bilmemize ihtiyaç vardır...
Günümüzde yaşanan olaylara bakarak
kendi gerçeğimiz nasıl bulabiliriz...
Gerçeğin peşinde
Peki ama hangisi gerçek?
Ve gerçek nedir?
Tanıkların hepsi mahkemede
farklı hika­yeler anlatmaktadır ve bu konudaki bilgi­miz giderek artmaktadır.
Buna rağmen iş hiç de kolay değildir.
Aslında mahkeme heyetinden
görünen pek kimse de yoktur ortada,
tanıklar kameraya konuşur
yani bir yönden yargılayıcılar, izleyicilerdir.
Ancak kime inanmalıyız, o yine de meç­huldür.
Aynı olay bu kadar farklı mı anla­tılır?
İnsanlar neden yalan söylerler?
Kötü oldukları için mi?
Hayal güçleri nedeniyle mi,
belleklerinin zayıflığı nedeniyle mi?
Hangisi?
Pek çok kişi Kurosawa'nın fil­minde
gerçeğin göreliliğini öne çıkarttığını savunmaktadır ve bu doğrudur.
Ama bundan biraz daha fazlası bize insan doğa­sı ve
gereksinimlerine ilişkin göz kırp­maktadır.
O da olayları algılama, yorum­lama ve
bilişler aracılığıyla yeniden yapı­landırma gereksinimidir.
Bildiklerimiz mi biziz, yoksa bizler mi biliriz.
Hiçbir şey göründüğü gibi değil ,
bunu öğreniriz...
filmin ba­şından sonuna kadar
süren yağmurla ilgi­li bir bilgiyi aktaralım...
Filmdeki yağmur si­yah bir mürekkep aracılığı ile
boyanıp bir ton kazandırılarak çekilebilmiştir.
Çünkü o zaman kullanılan
kameraların lensleri saf sudan oluşan
yağmur görüntüsünü ya­kalayamamaktadır.
Kısaca, hiçbir şey göründüğü gibi değilmiş...

Pazartesi, Mart 02, 2009

yorgun mayıs kısrakları




Okumuşsunuzdur ya da
izlemişsinizdir sanırım
dört cadının programında,
aynı apartmanda büyümüş
iki arkadaşın günümüzde hayatta durdukları
yeri anlatan belgesel filmin tanıtımını...
5.katın sahibi yasemin Alkaya'nın


“Yaşam Arsızı”... filmi


Ankaralı konsomatris Elif Çağlayan’ın hayatı.
Yönetmen koltuğunda ise Elif Çağlayan’ın
çocukluk arkadaşı Yasemin Alkaya var.
İnsana “kader” denilen şeye yeniden inandıran ve
aile kavramını sorgulayan
acayip bir hikâye.



Ey kari,
ülkemiz ne kadar
renkli, dinamik , heyecanlı
sıkılmaya vakit bulamaz insan
hergün yeni bir gündem çünkü...
opera sanatçısı kadın ,
ölünce neler gündeme geldi,
mahkemelerde cesaretle,
ben ona aşıktım diyen bir kadının
yerine,
kocasını Bitlis'e göndermek istemeyen
kadının ,
ona ; sen arka odaya geç demesi
ve operacının yerini alması...




“Lacivert gözlü bir kadındı.
Bir kere Maçka’da gördüm.
Bir haziran günü güneşin en yoğun olduğu saatte gökyüzü ne kadar maviyse gözleri o kadar mavileşiyor,
gece bastığı zaman ne kadar lacivert olursa o kadar lacivert oluyordu.
Çok güzeldi.
Hafif göğüs çatalı göstermeye meraklıydı.
Seksi görünen bir kadın havasından çok
sakin görünen bir şehvet fırtınasıydı.
Çok güzel omuzları vardı.”

yılmaz karakoyunlu
böyle anlatıyor o zamanki
istanbul emniyet müdürünün eşini...
kadınlar sanatçı,
biri opera
diğeri edebiyatçı,kitaplar yazmış daha 17 yaşında...
ve Türk Sagan'ı olarak adlandırılıyor,
anne polonyalı, baba türk
dame de sionu bitirmiş...


Yılmaz Karakoyunlu'nun 'Yorgun Mayıs Kısrakları' kitabında,


Yahya Kemal,


Nazım Hikmet ve


Adnan Menderes'in evli kadınlarla yaşadığı ilşkilere yer verdi,

belki filmini de yaparlar...


ey okur...

sahi güz sancısını gördünüz mü?